ELİ YÜZÜ YIKANMADIK, TERAZİYE KONMADIK!

ELİ YÜZÜ YIKANMADIK, TERAZİYE KONMADIK!

Yayın: 08.02.2023 19:03
Paylaş:
A+ A-

Bizim kültürümüzde; yatakta yemek yemek, kahvaltı yapmak yoktur. Hem gelenek görenek ve adetlerimize aykırıdır, hem de dinimizde yeri yoktur. Yatılan bir yerde karnımı doyurmak ancak kalkamayacak kadar hasta olduğunda mazur görülebilir.

Uyuduğun yerden uzaklaşıp, elini yüzünü yıkamadan kahvaltı yapmak,  ne kadar da manasız bir eylem. Hiç bir zevkli yönünü de bulamıyorum. Bana göre, eğer ki eşlerden birisi diğerine bir hoşluk yapmak istiyorsa, minik bir tepsiye alel acele bir şeyler koyup uyuyanı uyandırarak, burnuna dayayacağına biraz daha özen göstererek,  bir sofra hazırlamalı. Uykusundan tamamen uyanmış, aklı başına gelmiş birisiyle, birlikte masaya oturmak mukayese götürmez bir tercih ve keyiftir.

Geleneğimizde yemek kırıntılarına karşı büyük hassasiyet gösterilir. Köylerde, yer sofralarının altına, mutlaka sofra bezi serilir. Bu sofra bezi, sofraya oturanların dizlerinin üstüne çekilir ki, yere kırıntı düşmesin ve kişinin kıyafeti ola ki yemek dökülürse, leke olmasın.  Masada yemek yendiğinde ise her defasında masa altı süpürülür.  Yatakta bu durum nasıl çözümlenebilir düşünmek lazım. Ancak ve ancak yatak takımının değiştirilmesi ile mümkün olabilir. Yemek, ekmek kırıntıları ile uyumayı aklın alması mümkün müdür?

Elini yüzünü yıkamadan kahvaltı yapmak ise,  ayrı bir handikap. Annem biz çok küçükken şöyle derdi “Eli yüzü yıkanmadık, teraziye konmadık”…Ne demek acaba ?… Şu demek; elini yüzünü yıkamadan hiçbir şey yapma, yaparsan eğer değerlendirmeye alınmazsın. Yani insan hesabına sayılmazsın!

Ne güzel bir yaklaşım değil mi? Kişinin öz bakımını yapmasının gerekliliği,  bu kadar çarpıcı anlatılabilir. Kişi,  henüz, en temel öz bakımını dahi yapmadan, yatağa tepsi getirilip tıkınması sağlanılıyor. Tıkınması diyorum çünkü, bu bir İnsanın beslenme davranışını yerine getirmesi olamaz.

Ne yazık ki, böylesi bir davranış şekli bize dayatılıyor. Özellikle filmlerde, dizi filmlerde, romantiklik kılıfıyla beyinlerimize dikte ediliyor… Kültürümüz böyle böyle talan ediliyor.  Buna benzer başka bir durum daha var. Yiyecekleri birbirine atıp savaş yapmak, kremalı pastalara yüzünü sokmak. Bu ne fütursuzluktur anlamak mümkün değil. Ağzım iki karış açık, hayretler içerisindeyim. Nimete saygı bu mudur? Yerlere atıp, üstünde tepiniyorlar. Biz ki, yere düşen bir lokma ekmeği yerden alıp, öpüp alnımıza koyduktan sonra bir kenara koyardık. Ne oldu, ne değişti de şimdi filmlerde, TV programlarında birbirine avuç avuç yiyecek fırlatır olduk. Bu ne aymazlıktır.

Beynimize yerleştirilen, yerleştirilmeğe çalışılan bu kokuşmuş davranışlar elbette büyük bir planın küçük, minik,  mini minnacık parçaları. Materyalist,  tüketim toplumunun davranış şekilleri. İnsan ne olmak istiyor düşünüp kararını vermeli. Azgın,  kuduruk, ne yaptığını bilmez, edep yoksunu bir canlı mı, yoksa iradesinin farkındalığını öne çıkararak erdemli bir canlı mı olmak istiyor?

Kültürümüzün,  üstünlüklerinin ve güzelliklerinin farkında olarak, onlara sahip çıkmalıyız ve öyle bir sahip çıkmalıyız ki,  karşı taraftakiler bozmaya yeltenmeyi bile düşünememeli.

Sevgilerimle

Sevgi özgürlüğün çocuğudur.

Yorumlar

  1. Güler Çizmeci

    Milletimize yapılmak istenenleri, her yönüyle ele alıp, farkındalık yaratarak, hayatiyet arzeden bir bilinç oluşturmak adına yazınız çok değerli…Aynı duyarlılıktaki yazılarınızı, tekrar okumak dileğiyle, teşekkürler.

Bir Yanıt Yazın Yanıtı İptal Et

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Slow Food hareketi iyi, temiz ve adil gıda için 38 yıldır mücadele veriyor

Anadolu Ajansı
Yayın: 29.03.2024 08:48
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – YETER ADA ŞEKO – Doğal kaynakları korumayı ve temiz gıda üretimini desteklemeyi hedefleyen küresel Slow Food (Yavaş Gıda) hareketinin başkanı Edward Mukiibi iklim krizi ve israfın, gıda konusunda en fazla karşılaştıkları iki büyük sorun olduğunu söyledi.

Dünyanın en büyük gıda hareketlerinden biri olarak kabul edilen Slow Food, “iyi, temiz ve adil gıda” sloganıyla dünya üzerinde 160 ülkede faaliyetler ve farkındalık kampanyaları düzenliyor.

Hareketin çalışmaları hakkında AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Mukiibi, Slow Food'un 1986'da İtalya'da doğduğunu ve 38 yıldır devam eden serüvenlerinde dünyanın her köşesinden çok sayıda insana ulaştıklarını kaydetti.

Su başta olmak üzere doğal kaynakların ve biyoçeşitliliğin korunması hedefini faaliyetlerinin merkezine aldıklarını belirten Mukiibi, daha iyi bir dünya için çalıştıklarını ve bunu da çevreye ve insana zararı olmayan gıdaların üretimini teşvik ederek, aynı zamanda sorumlu tüketim ve sorumlu üretim bilincini aşılamaya çalışarak gerçekleştirdiklerini ifade etti.

Slow Food ağı içerisinde çiftçilerden şeflere, öğrencilerden aktivistlere, devletlerden uluslararası organizasyonlara kadar gıda konusunda harekete geçmek isteyen milyonlarca kişiyle çok sayıda kurum ve kuruluşun yer aldığını bildiren Mukiibi, “Sadece maddi olarak destekleyen 100 binden fazla üyemiz var. Ama bu herkesin maddi olarak katkıda bulunmak zorunda olduğu anlamına gelmiyor. Aslında paranın satın alabileceğinden çok daha fazlasını yapan topluluklar var. Buna biyoçeşitliliği koruyan yerel toplulukları örnek gösterebiliriz.” dedi.

Edward Mukiibi, hareketin sadece gıda ürünlerini değil gıdanın getirdiği kültürü de korumaya çalıştığını, bu nedenle gıdanın nasıl tüketildiği, hangi tekniklerle pişirildiği ya da nasıl korunduğu üzerine de çalışmalar yürüttüklerini aktardı.

– Nuh'un Gemisi Projesi

Yok olma tehlikesi altında bulunan bitkisel ve hayvansal ürünleri çevrim içi katalogda bir araya getirdikleri “Nuh'un Gemisi” projesine değinen Mukiibi, “Bu katalogda yalnızca bilimsel veriler bulunmuyor. Kültürel, organoleptik, geleneksel bilgilerle ürünlerin hazırlanması sırasında kullanılan teknikler ve bölgeyle olan bağları da yer alıyor.” diye konuştu.

Proje kapsamında bugüne kadar dünyanın her yerinden 5 bin 300 ürünü korumaya çalıştıklarını dile getiren Mukiibi, şöyle devam etti:

“Bu projede büyük tufan yaşandığında türleri yok olmaktan kurtaran Nuh’un Gemisi'nden esinlendik. Aslında bugün de yine o büyük tufan genetik, kültürel ve geleneksel erozyonla burada. Günümüzde yerel ve geleneksel gıdalar gen aktarımı, gen korsanlığı gibi çeşitli problemle karşı karşıya. Slow Food hareketi ise gıda kültürümüzü korumaya çalışıyor.”

Proje dahilindeki türleri kendi coğrafyalarında korumaya çalıştıklarının altını çizen Mukiibi, iklim değişikliği sonucu artık beslemesi ekonomik olarak tercih edilmeyen, bu nedenle de popülasyonları giderek azalan hayvanları çeşitli teşvikler ve projelerle yeniden tercih edilebilir hale getirdiklerini, bitkiler konusunda ise özelikle yerel gruplar arasında tohum bankaları oluşturduklarını ve tohumların kullanılması için çeşitli ağlar geliştirdiklerini anlattı.

“Afrika’nın Bahçeleri” adlı bir diğer projelerinde, kıtada giderek yaygınlaşan endüstriyel gıda üretimine karşı bir alternatif oluşturmaya çalıştıklarından bahseden Mukiibi, şunları söyledi:

“Afrika’nın geleneksel gıda üretim yöntemlerini korumak istiyoruz. Bunu gerçekleştirmek için yerel toplulukları agroekolojik yöntemler çerçevesinde tarım yapmaya teşvik ediyor, konu üzerine eğitim programları düzenliyor, gruplar arasında koordinasyon kurarak bilgi aktarımı sağlıyoruz. Proje 2010 yılında Uganda, Kenya ve Tanzanya'daki birkaç bahçeyle başladı. Bugün Afrika kıtasının çeşitli yerlerinde 5 binin üzerinde bahçe oluşturulmuş durumda. Sosyal medyada her gün yeni bir katılımcının daha kendi bahçesini açtığını görüyoruz.”

– “Üretimde iklim değişikliği, tüketimde israf en büyük sorunlar”

Tüm projelerinde üretim süreçlerinde karşılaştıkları en büyük problemin iklim değişikliği olduğunu ifade eden Mukiibi, özelikle sıcak hava dalgaları, ani yağışlar sonucu yaşanan sel felaketleri gibi aşırı hava olaylarının gıda üretimini zorlaştırdığını vurguladı.

Mukiibi, “Tüm bu yaşananlar gıdaya erişimimizi, gıda güvenliğimizi ve bizim açımızdan yağmuru merkeze almış tarım sistemimizi etkileyecek. İklim kriziyle mücadelede geniş kapsamlı iklim değişikliği adaptasyon çalışmaları yürütüyoruz.” ifadelerini kullandı.

Tüketim noktasında karşılaştıkları en büyük problemin ise gıda israfı olduğu bilgisini paylaşan Mukiibi, “Küresel gıda üretiminin neredeyse yarısı tabağımıza ulaşamadan israf ediliyor. Bununla birlikte enerji, kaynak, çiftçilerin o ürünleri üretirken harcadıkları zaman da israf edilmiş olunuyor yani gıda israfı tabağımızın çok ötesinde. Çünkü bir ürün yetiştirirken çok fazla su kullanıyorsunuz, topraktan çok fazla besin maddesi alıyorsunuz. Bunların hepsi israf ediliyor. Gıdaya yapabileceğiniz en büyük saygısızlık onu israf etmek. Ayrıca gıda israfı, doğaya da bir saygısızlık.” değerlendirmesini yaptı.

Özelikle gençlerin önlerine gelen tabağın hikayesini bilmediğine ve daha çok israf ettiğine dikkati çeken Mukiibi, Slow Food olarak bu farkındalığın kazandırılması için her yıl Nisan ayını “gıda israfı ile mücadele ayı” olarak belirlediklerini sözlerine ekledi.