Yıllarca okudum üniversitede. Pek tabi derslerin ezici yoğunluğundan vakit bularak başka hobilerde edinmişizdir. Yoksa geçmiyor zaman fakültede. Yüksek öğretim serüvenim boyunca farklı alanlarda kendime aktiviteler bulabildim.
Belki, radyo en ön plana çıkalı. Bu aktivitelerin çoğunun mutfağında bizzat severek bulundum. Eğitim Fakültesi bilgisayar laboratuvarlarında da öğrenci asistanı olarak çalışmak da güzeldi, çok şeyi uygulayarak öğrenmek imkânı yakaladım. Yazmak konusu da böyle. Üniversite bitmeden de yazmaya başlamıştım zaten.
İçimde kalan birkaç konu olmadı değil. O zamanda bunları düşünebilecek olgunlukta değildim belki. Bir tanesi: Müzik. ODTÜ’de 90’lı yılların ikinci yarısında Hazırlık Binası’ndan Eğitim Fakültesine inerken hazırlığa yakın olan yamaçta bir kulübeye benzeyen prefabrik bir yapı vardı. Oldukça küçük olan bu kapalı platformda ne yapılıyor olduğuna, inanın bir süre, mantığımı kullanarak ulaşamadım. Bölüme gide-gele,içerden gelen tıngırtı tarzı seslerle orda ne yapılıyor olduğu kendini ele verdi. Orda müzik yapılıyordu. En azından içerde bir bateri set olarak vardı ve orda müzik yapanlar, acayip eğleniyorlardı. En azından bana o zaman öyle geliyordu.
Müzik tutkumu geliştirebileceğim bir başka platform da Ankara’da, bir müzik kaydı yapılan stüdyoda işin inceliklerini öğrenmekti. Bu kuvvetli isteğimi; kaldığım yere yakın bir stüdyoya giderek dillendirmek istedim. Hem yurda yakındı hem de iyi işler yaptıklarını biliyordum. Amma ve lakin, mekân sahibinin bir sorusuyla tüm umutlarım alt üst olmuştu: “Bir enstrüman çalıyor musun?” Flüt çalıyorum da diyemezdim. İşte o bayağı bir sebeple o kapı da yüzüme kapanmış oldu. Bir adam, üstelik, istekli ve meraklı bir adam en azından denenmeliydi. Branşımın “Bilişim” ya da bilgisayarla ilgili bir bölüm olduğunu söylemiş miydim inanın şimdi hatırlamıyorum bile. Aslında, müzik; kulağı olan herkesin biraz da teknoloji bilgisiyle çok rahat yapabilecek güzel bir hobiydi.
Dublaj konusuna, burada değinip sizi sıkmak da istemiyorum. Bu alan da bende merak uyandırdı ama yapmak ve uğraşmak hele de öğrenmek için hiçbir teşebbüsüm olamadı maalesef.
“Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında/Yekpâre, geniş bir ânın/Parçalanmaz akışında.” demişti Tanpınar zamanında.
Ben de zamanında, bu yapamadığım hobilerimin dışında değil de içerisinde yer alabilseydim belki daha ince ruhlu bir sanatinsanı olabilirdim, değil mi?
Netice itibariyle, hayat ya da her şey bitmiş değil! O kapıdan girmeye cesaret etmek lazım. Kim demiş bilmiyorum ama; “Bir kapı kapanırsa, bin kapı açılır.”
Kapılar bile bazen içeri,bazen dedışarıaçılıyor. Tercih sizindir…