Geleneksel toplum,kapalı toplumdur.
Kapalı toplumlar,geleneksel kültürlerini koruyan,yaşatan ve bunu gelecek kuşaklara aktaran sosyal oluşumlardır.
O nedenle geleneksel toplumlarda yardımlaşma ,birlikte hareket etme duygusu çok kuvvetledir.
Teknolojinin evlere ,caddelere ve sokaklara girmediği yıllarda Türkiye’de her kent zengin bir kültürün mirasçısı durumunda idi.
Toplumları ayakta tutan ahlaki değerler henüz dejenere olmamıştı.
Toplum yaşantısının bir ürünü olan folk değerler,halk bilgisinin önemli unsurları olarak bütün canlılığını korumaktaydı.
Birdenbire toplum sanki kabuğunu kırmışçasına hızlı bir değişim sürecine girdi.
Türkiye teknolojiye kapılarını arttıkça bu değişim süreci daha da hızlandı.
Kitap okuma alışkanlığı olmayan toplumumuzda ülkemize giren teknolojik aletler sanki çağ atlamanın birer simgesi durumuna geldiler….
Kabuğundan çıkan toplum,birdenbire kendi değerlerinden uzaklaşmaya başladı.
Önce eski ile bağlantısı koptu.
Görüntülerini seyrettiği dizilerle de geleneksel aile yaşantısından yavaş yavaş uzaklaştı.
Modernleşme ve çağdaşlaşma düşüncesini kendi geçmişinden uzak bir ortamda sorgulama ve tanımlamaya başladı.
Giderek,kendine,kendi toplumuna ve değerlerine yabancılaşmaya başladı.
Yabancılaşma o derece önemli boyutlara ulaştı ki,açılan dükkanlara ve iş yerlerine anlamadığımız dilden ad koymalara kadar vardı.
Bu durum çocuklara isim vermede de kendini hissettirdi…
Modern toplumun kendini yarınlara tanıtacak bir halk bilgisi var mıdır?…
Böyle bir şeyin olması elbette söz konusu değildir.
O halde modern toplumda ayakta durmanın ölçüsü nedir?
Doğal olarak bu soruya burjuva zihniyetiyle yaklaşımda bulunup bu kültürün kavramlarıyla yanıt vermek gerekir.
Kapitalist kültürün bildiğiniz üzerine en önemli özelliği bireyci ve maddeci olmasıdır.
Bu kültürde manevi değer kavramı diye bir lüks söz konusu değildir.
Emperyalist batılı devletleri değerlendirirken bu gözlükle yaklaşımda bulunmakta yarar vardır.
O nedenle geleneksel olan ile kapitalist olan arasında bir bocalama yaşayan toplumumuzda,gel- gitler büyük bir tartışma yaratırken,sorunlar da artmaktadır.
Toplum marjinalleşmekte bu da kültür çatışmasına yol açmaktadır.
Olay bu haliyle de doğal olarak sosyal yaşantıya da yansımaktadır.
Modern toplumda öyleyse bir folk kültürü aramak nafile bir gayretkeşlik olacaktır
Ama benim büyümem için masallara ve ninnilere ihtiyacım var.
Ruhumun kendi gücü ve kudretine kavuşması için buna gerçekten çok gereksinim duyuyorum.
Siz de böyle düşünüyor musunuz?…
O halde bir zaman yolculuğuna çıkmaya ne dersiniz?…
Safranbolu’da eski ramazan geceleri ve sadece eskilerin anımsayabileceği türden bir “albayrak ırmazan” manisi vardı.
O devirde Safranbolu’da yaşayan küçük çocuklar,ramazan gecelerinde,kapı kapı dolaşarak maniler okur,kapılarını çaldıkları evlerden şeker,meyve,ceviz ,para toplarlar.
Çocuklar topladıkları paraları aralarında paylaşır.
Meyveleri de yerlerdi.Hatta büyüklerine ikram ettikleri de olurdu.
Kapı kapı dolaştıkları sokaklarda hep bir ağızdan çocuklar şu maniyi okurlardı.:
”Albayrak Irmazan/Hoş geldin Irmazan?
Hanım camdan bakıyor/Bize bahşiş atıyor/….”
Eski ramazanlar bir halk kültürü oluşturuyor da şimdikilerden niye bir kültür doğmuyor?…
Günümüzde belediyelerin kurdukları iftar çadırlarındaki çatal kaşık sesleri gelecekte bir halk kültürü yaratabilir mi acaba ….
Ne dersiniz?