Kentler,tarım dışı üretimin yapıldığı yaşama alanlarıdır.
Sanayi ve ticaretle uğraşan insanların yoğun olarak yaşadığı bu mekanlar,farklı yerlerden gelenlerin getirdikleri kültürle değişime uğrarlar ya da yeniden üretime konu olurlar.
Her kentin,kendi yaşam sanatına uygun oluşturduğu tutumları vardır.
Yani kültürleri….
Kültür kendini;gezme ,yemek yeme ,kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerde,damak tadında,sevinç ve hüzünleri paylaşmada, ayrı ayrı olarak kendini gösterir.
Farklılığını belli eder.
Karabük ve Safranbolu’da yaşamak gibi…
Her ikisinde de yaşam kültürü farklıdır.
Biri diğerine benzemez.
Birbirlerinden etkilense bile,kendi “özünü” korur.
Ancak bu “öz”,etkilenmelere bağlı olarak kendini yeniler ve çağa ayak uydurmaya çalışır.
Ne demek mi istiyoruz.?
Kentler zamanla yarışır.
Bu yarışa ayak uyduramayanlar varlıklarını sürdüremezler,tarihin malı olurlar.
Günümüzdeki asar/ören yerler böyledir.
Tarihi evleriyle ünlü Safranbolu’da zamanla kendi kimliğini yitirebilirdi.
Ancak.korumacılık bilinci bu kenti,geçmişe olan ilgi sayesinde “nostalji şehri ” oldu ve insanların özlemlerine yönelik yapılanmayla ayakta kalmayı başardı.
1994’te UNESCO tarafından dünya kenti olarak tescil edildi.
Günümüzde dijital olarak adlandırılan teknolojiye bağlı olarak ortaya çıkan bir kültür bilindiği üzere yerleşmiş var olan değerlere kafa tutmaya başladı.
Aynı zamanda bizlere ne olduğu belli olmayan bir yaşam tarzını zorla kabul ettirmeye başladı.
Kültürümüzle bağlantısı olmayan farklı davranışları esas alan tutum ve davranışlar özellikle gençleri çok büyük ölçüde etkiledi.
Bunlar Türkiye’de bir sınıf oluşturacak yoğunluğa ulaşmış durumdalar.
Deyim yerindeyse mantar gibi çoğalmaktalar.
Türkçe’yi kullanmalarından tutunda yolda cep telefonuna bakarak yürüyen ya da yasak olmasına karşın taşıt sürürken cep telefonuyla konuşma yapan birçok kişiye her an her yerde rastlamak artık olanaklı.
Sanki kentlerde onları besleyen özel bir toprak çeşidi var.
Hareketleri,yürüyüşleri ve tutumlarıyla kurulu düzeni alt üst ediyorlar.
En önemli özelliklerini başkalarını düşünmemeleri.!
Böyle bir davranış onlara hem zevk hem de güç veriyor.
Teknoloji delisi telefonları ya da tabletlerini yanlarından ayırmıyorlar.
Dahası çevreleriyle ilgilenmiyorlar.
Sanal dünyalarında sözüm ona çok mutlular.!
Bu iletişim çağında insanlık değerlerini hiçe sayan teknolojiyi bunlara kim sattı.?
Bu işin sorumlusu kim?
Çocuklarının her dediklerini yerine getiren anne ve babalar mı?
Yüksek teknolojiyi kullanarak içlerinde yok etmeye çalıştıkları eziklik duygusu mu?
Gençlerin sorunlarına çare bulmayan bu düzen mi?
Yoksa…
Dünyayı cenderesi altına alan küresel/kapitalist uluslararası şirketler mi?
Sorgulamayı reddeden ve tek düze düşünme biçiminden başka bir yeti kazandıramayan eğitim sistemi mi?..
Hangisi…?
Dijital teknolojiyle beslenen bu esaret platformu bize ait olan güçlü değerleri hızla aşındırmakta.
Salgın hastalık gibi içimize nüfuz etmekte….
Son dem de belirtmek gerekirse…
Bu yeni bir yaşam biçimi ortalığı öyle tehdit etmeye başladı ki…
Sormayın gitsin…!