Terlemek artık sorun olmaktan çıkıyor

Terlemek artık sorun olmaktan çıkıyor

Yayın: 11.05.2017 00:26
Paylaş:
A+ A-

Yaz aylarının korkulu rüyası olan terlemek, yoğun terlemenin bulunduğu bölgelere yapılan küçük müdahalelerle kabus olmaktan çıkıyor. Uzmanlar, ter kokusunun gidermesi için kullanılan markasız parfüm ve deodorantlarla da ilgili uyarıda bulunarak, bu tür maddelerin vücuda zarar verdiğini söyledi.

Özellikle yaz sıcağında insanların kabusu haline gelen ter ve beraberinde oluşan koku, sorun olmaktan çıkıyor. Yoğun terlemenin olduğu bölgelere uzman hekim tarafından yapılan küçük müdahalelerle terleme ve koku, tarihe karışıyor. Konu ile ilgili İHA muhabirine açıklamalarda bulunan Memorial Dicle Hastanesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hakan Tekin, terlemenin aslında normal bir vücut fonksiyonu olduğunu söyledi. Bedenin, vücut ısısını dengelemek için terleme işlemini meydana getirdiğini belirten Op. Dr. Tekin, anormal diye tabir edilen terleme miktarının toplumda yaklaşık yüzde 2-4 oranında olduğunu kaydetti.

Her beş insanın birinde diğerlerine göre biraz daha fazla terleme olduğuna dikkat çekmen Op. Dr. Tekin, “Biz bunu anormal grup hastalık olarak değerlendirmiyoruz. Terleme anormal bir durum değil, öncelikle bunu bilmemiz gerekiyor, her koşulda kurtulmamız gereken bir durum da değil. Bu yüzde 2-4’lük bir kesimin bizim patalojik diye tabir edebileceğimiz normalden4-5 kat daha fazla terleyen insanlardaysa bir sağlık sorunu olarak kendini gösteriyor. Terlemenin aşırı olması halinde oluşturduğu koku, elbiselerin sık sık değiştirme ihtiyacı, ya da terlemeye göre elbise giyme ihtiyacı, insanların sosyal ve günlük yaşantısını, iş hayatını etkileyebiliyor. Bunun gerek psikolojik gerek ruhsal bozukluklara yol açtığını biliyoruz. Hastalık grubuna girenlerin bir uzman hekime muayene olduktan sonra basitçe ilk sırada kullandığımız kremler losyonlar geliyor. Krem ve losyonlarla beraber, el ayak tabanları, koltukaltı, kasık bölgelerindeki terlemeler nispeten düzeliyor” dedi.

“Her terleyen insanın tedaviye ihtiyacı yoktur”

Bazı durumlardaki terlemenin krem ve losyonlarla veya ağızdan verilen ilaçlarla tedavi edilemediğine dikkat çeken Op. Dr. Tekin, şunları söyledi: “Tedavi alternatiflerine baktığımızda en başta, botoks işlemi yapılıyor, mikrodalga yöntemi ile buradaki ter bezlerinin tahrip edilmesi ile terleme azaltılabiliyor, yine lazerle bu işlem yapılabiliyor. Burada insanları kaygılandıran bir durum var, terlemem gerekiyor fakat böyle bir işlem yapılırsa terlemeyeceğim diye, bizim vücudumuzun koltukaltı bölgesi için konuşacak olursak yüzde 2’si bu bölgede. Dolayısıyla buradaki işlemden sonra sizin vücudunuzun yüzde 98 oranında ter bezleri yerinde duruyor. Koltukaltı bölgesi koltukaltı bölgesi olduğu için bakterilerin üremesi, kokunun oluşması biraz daha fazla diğer bölgelere göre. Her terlemesi olan insanın bir tedaviye ihtiyacı yok, bunu unutmayalım.”

Ucuz parfüm ve deodorantlara dikkat

Terlemeden kurtulmanın ve bunun için her şeye başvurmanın doğru olmadığını dile getiren Op. Dr. Tekin, “Terlemenin kokusundan kurtulmak için kullandığımız deodorantlar spreyler, eğer güvenilir değilse nasıl imal edildiğini bilmiyorsak, içeriğindeki maddeler bizim açımızdan zararlı olabilecek maddelerse, bunlar sizde alerji yapabilir, egzama benzeri reaksiyonlar yapabilir, enfeksiyonlara yol açabilir. Kullandıktan sonra kızarıklık bir şişme gördüğünüzde mutlaka bir uzman hekime danışmakta fayda var” diye konuştu.

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Güven Hastanesi’nden “Avrupa’nın obezite oranı en yüksek ülkesi Türkiye” değerlendirmesi

Anadolu Ajansı
Yayın: 19.05.2024 00:48
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – Güven Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü'nden Doç. Dr. İbrahim Demirci, 18 Mayıs Avrupa Obezite Günü kapsamında, Dünya Sağlık Örgütü'nün obeziteye ilişkin son verilerini değerlendirerek uyarılarda bulundu.

Hastaneden yapılan açıklamada görüşlerine yer verilen Demirci, obezite ve obeziteyle ilişkili hastalıkların her yıl katlanarak arttığını belirtti.

Demirci, özellikle çocuklarda obezite sıklığının erişkinlere göre daha hızlı arttığına dikkati çekerek, şunları kaydetti:

“Henüz toplum olarak sağlıklı yaşam için beslenmenin ve egzersizin önemini tam kavrayamadık. Genel olarak, yüksek kalorili besleniyoruz. Yemek yemek bizim için hobi ve eğlence niteliğinde. Arkadaşlarımızla, dostlarımızla buluştuğumuzda planlarımızı yemek üzerine kuruyoruz. Vakit geçirirken, yemek yemeyi seviyoruz. Seçeneklerimiz arasında birlikte yürüyüş yapmak çok fazla tercih edilmiyor. Hala, toplumumuzun bazı kesimlerinde kilolu insanların daha sağlıklı olduğu düşünülmekte. Kültürün, geleneklerin ve adetlerin etkisiyle toplumumuz yemekle arasına mesafe koyamıyor.

– Endokrin bozucu kimyasallar obeziteye yol açıyor

Son zamanlarda tüm dünyada miktarı artan endokrin bozucu kimyasalların da obeziteyi tetiklediğini vurgulayan Demirci, işlenmiş ve hazır gıdalar konusunda uyarılarda bulundu.

Demirci, endokrin bozucu maddeler arasında, solunan hava, içilen su ve yenilen gıdalarla vücuda giren ve biriken, endokrin sistemini olumsuz etkileyen ve bu etkilerini nesilden nesile aktarabilen kimyasal maddeler olduğuna işaret ederek, “Endokrin bozucu kimyasallardan tamamen uzak kalmak mümkün olmasa da sağlıklı ürünler tüketerek ve hayatımızda plastik kullanımını minimuma indirerek en azında bu zararlı kimyasallara maruziyetimizi elimizden geldiğince azaltmamız gerekiyor.” tavsiyesinde bulundu.

Obezite sıklığının tüm dünyada hızla artığına ve son 20 yıldır obezite artışını durdurabilen bir ülke olmadığına vurgu yapan Demirci, eğer obezite sıklığındaki artış önlemez ise 2035'te dünya nüfusunun yarısından fazlasının kilo fazlalığı ve yarattığı sorunlarla karşı karşıya kalacağını ifade etti.

– “Obezite artış hızı 5-19 yaş arası çocuk ve gençlerde, erişkinlere göre neredeyse 2 kat daha yüksek”

Demirci, sağlık verilerine bakıldığında durumun iç açıcı olmadığının altını çizerek, “Yıldan yıla daha kötüye doğru gidiyor. Dünya Sağlık Örgütü 2023 verilerine göre tüm dünyada obezite sıklığı yüzde 14 civarında. Bu yüzdeye, kilo fazlalığı olanları da eklediğimizde yüzde 38'e ulaşıyor. Artış hızı durdurulamaz ise 2035'te dünya nüfusunun yarıdan fazlası kilo fazlalığıyla mücadele etmek zorunda olacak. Ayrıca dikkat çekmek istediğimi önemli bir nokta, obezite artış hızı 5-19 yaş arası çocuk ve gençlerde, erişkinlere göre neredeyse 2 kat daha yüksek. Çocukluk çağı obezitesi de günümüzde bir tehlikeli boyuta ulaşmış durumda.”

Türkiye açısından durumun biraz daha ciddi boyutta olduğuna vurgu yapan Demirci, “Türkiye İstatistik Kurumu 2022 verilerine göre ülkemizde kilo fazlalığı yüzde 35.6, obezite sıklığımız ise yüzde 20.2. Verilere göre Avrupa'nın obezite oranı en yüksek ülkesiyiz.” bilgisini paylaştı.

Obeziteye karşı başarılı mücadele etmek için farkındalığın artması gerektiğini belirten Demirci, obeziteyle mücadelenin “ülke politikası” olarak benimsenmesi ve sosyal yaşamın sağlığını ön planda tutacak şekilde düzenlenmesi gerektiğine dikkati çekti.