DORUKLAR VE DİPLER

DORUKLAR VE DİPLER

Yayın: 14.02.2024 11:15
Paylaş:
A+ A-

Bir zamanlar Leo Buscağlia’ nın yazmış olduğu Yaşamak Sevmek ve Öğrenmek kitabı çok popülerdi. Moda gibi bir akımdı onu okumak.  Bu kitabı okuyanlar ve okumayanlar diye neredeyse insanlık ikiye ayrılmıştı. Ben de okuyanlar tarafında yerimi aldım

elbette, hiç eksik kalır mıydım; sonra hızımı alamayıp başka birkaç kitabını daha okudum. Eminim bu günümdeki beni oluşturmamda, katkısı çoktur bu kitapların.

 

Sevgililer gününden haberdarlığım da bu kitapla oldu. Kitapta Valentine günü diye bir şeyden bahsediyordu. Saint Valentine diye bir azizle ilgiliydi bu gün. Kitaptaki bilgi bu kadardı ve o zamanlar henüz Türkiye’de  sevgililer günü adeti yoktu fakat belli ki hiristiyanlar arasında kutlanan bir sevgililer günü vardı. Yaklaşık on yıl sonra bizde de sevgililer günü kutlanmaya başladı. Böylece bir eksiğimizi daha giderebildik.

 

Bu günün kutlanışının çıkış noktası biraz hüzünlü bir hikaye. Roma döneminde, askerlerin evliliğinin yasaklanması, hikayenin başlangıcını oluşturuyor. Saint Valentine adındaki rahip bu yasayı dinlemeyip,  aşık olmuş askerler ile genç kızların  nikahlarını gizli gizli kıyıyor. . Elbette bir gün olay ortaya çıkıyor, rahip  Velentine hapse atılıyor ve orada kaldığı süre boyunca gardiyanın kızına aşık oluyor. Asılacağı gün kıza senin Velentinen yazılı bir kart gönderiyor.  Aşka bu kadar hörmet gösteren birisinin aşkı tatmadan gitmesine  Allah müsade etmiyor ve ona hayatın en değerli tadı ve manası olan aşkı nasip ediyor. O gittikten sonra bu kişi aziz ilan edilip,  asıldığı gün de  Aziz Velentine günü oluyor. Bu günde aşıklar birbirine yazılı kartlar gönderiyorlar. Bizde de sevgililer günü olarak kutlanmaya doksanlı yıllarda başlandı.

 

Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek kitabı yaşamın püf noktasının sevmek olduğunu anlatan bir kitap. Sevmek ; ana babayı sevmek, börtü böceği sevmek, taşı toprağı sevmek, insanı sevmek, karşı cinsi sevmek, Allahı sevmek. Sevmeyi bilince yaşamın özü  yakalanıyor diyor. Yaşamın özünü yakalayanlar da, hayattaki diğer ayrıntılardan fazla etkilenmemeyi başarabiliyor. Hatta birazcık tefekkür de edebilirse, hidayete ermesi de mümkün hale gelebilir fikrimce.  Yaşamın sırrını bulunca,  hakikat de saklandığı yerden ortaya çıkıyor. Yaşamda,  sevgiden öte başka bir şey var mı ki. Hayatın tek bir sırrı var, o da sevgi ve de onun coşkun hali  aşk !

 

Sevgiyi duyumsamak, hem çok kolay, hem de çok zor. Sevgiyi bilip öğrenemeyenler için zor, bilenler ve yaşayanlar içinse çok kolay. Sevgiyi nasıl öğreniyoruz, niye bazı insanlar öğrenememiş oluyor ?! Sevgi sevildiğinde öğrenilen bir duygu. Sevmeyi bilmek için önce sevilmek şart. Bebeklik dönemlerinde çok sevilenler, yetişkin olduklarında  çok sevebilenler oluyor. Elbette kilit noktayı anneler oluşturuyor, daha sonra da babalar. Her iki ebeveyn tarafından sevilen çocuğun ileriki yaşamında içindeki sevgisine sahip çıkması, onun kıymetini bilmesi, canının yanması pahasına bile yüreğindeki sevgiyi günbegün büyütebilmesi mümkün olabiliyor. Sevilmeyi bebekken hissedip deneyimleyen ruh, ileriki yaşamında sevilmeye değer olduğunun bilinciyle,  karşısındaki insanların kendisini sevmesine inanmakta zorluk çekmiyor. Çekmiyor çünki sevgiyle bakan gözleri biliyor… Gözlerdeki bakışlardan tanıyor, sesteki titreşimden tanıyor, tenin tene dokunuşundaki özenden tanıyor, tüm bedenin ona doğru koşuşundan tanıyor. Kendisini sevilmeye layık olarak görüp, öz benliğinin sevilmeyi hak ettiğine inanan insan, sevgiyi dolu dolu yaşamayı çok da güzel  başarabiliyor. Tersi durumdaysa tam bir felaket oluyor kişinin durumu. Ebeveynler tarafından koşulsuz  sevildiği deneyimini tam olarak  tadamayanlar, ömrü boyunca gözlerindeki soru işaretleri ile yaşıyorlar. Dünyanın en büyük sevgisi kendilerine sunulsa da güvenemiyor, inanmıyorlar. Sevilmeyi bilmeyenler olarak,  sevmeyi de bilemiyorlar. Sonuç narsizmin doruklarında, mutsuzluk kuyusunun dibinde yaşanan hayatlar oluyor. Bir ömür böyle heba olurken;  yanında yer bulan diğer ömürler de heba oluyor maalesef.

 

Sevgilerimle

Dyt. Güner Erbay

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Arıcılıkta 50 yılı geride bırakan emekli öğretmen, bilgilerini yeni nesillere aktarıyor

Anadolu Ajansı
Yayın: 20.05.2024 08:00
Paylaş:
A+ A-

KARABÜK (AA) – ORHAN KUZU – Karabük'te yaşayan emekli öğretmen Ahmet Çetin, öğretmenlik yıllarında başladığı arıcılıkta yarım asrı geride bıraktı.

Eflani ilçesi Gökgöz köyü Topuzlu Mahallesi'nde arıcılık yapan 74 yaşındaki Çetin, Bolu Erkek İlköğretmen Okulundan 1969'da mezun oldu.

Anadolu'nun çeşitli illerinde öğretmenlik yapan Çetin, 1974'te Eflani ilçesinin Karlı köyü ilkokulunun bahçesinde arıcılığa başladı.

Öğretmenlikten 1995'te emekli olan Çetin, arıcılık faaliyetlerini sürdürdü.

Çetin, 50 yılı geride bıraktığı arıcılığın yaygınlaşması için 18 yıldır il ve ilçe tarım müdürlükleri ile halk eğitim merkezlerinde düzenlendiği kurs ve seminerlerle katılımcılara teorik ve pratik bilgiler aktarıyor.

– “Arılar tarımın olmazsa olmaz yardımcı aktörleridir”

Ahmet Çetin, AA muhabirine, arıcılığa başladığı yıllarda öğretmenlerin ya hindi yetiştirdiğini ya meyvelik kurduğunu ya da arıcılık yaptığını söyledi.

O yıllarda daire amirleri ve müfettişlerin köy okullarındaki öğretmenleri üretim yapmaya teşvik ettiğini aktaran Çetin, “Üreticilik yapan öğretmenler yazın okulları terk etmezler, bahçede üretim yaparken okulun tesislerini geliştirirler, örnek çalışmalar yaparlardı. O ortamda başladık. O gün bugündür 50 yıl geride kaldı.” dedi.

Çetin, o yıllarda arıcılığı geleneksel yöntemlerle yaptıklarını anlatarak, şöyle devam etti:

“Daha sonra bilimsel verilere ulaşabilmek için seminerler, kurslar, arıcılıkla ilgili kitap ve yayınlara ulaşmaya çalıştık. O gün bugündür devam ediyoruz. 2004'te Karabük Arıcılar Birliğini kuruncaya kadar el yordamıyla kendi kendimizi geliştirdik. Arıcılar birliğinin örgütlenmesiyle birlikte bilimsel verilere ulaşmak çok daha hızlı oldu. Tartışmalara, ulusal ve uluslararası düzeydeki kongrelere ve sempozyumlara katıldık. Birikimlerimizi paylaştık, uzmanları dinledik. Onların bilgilerinden faydalanmaya çalıştık.”

Bugün Türkiye'de arıcılıktaki standartların yükseldiğini dile getiren Çetin, Türkiye'nin bal veriminin arttığını, ülkenin yıllık bal üretiminin 100 bin tonu geçtiğini kaydetti.

Çetin, tarımsal ilaçlama ve çevre kirliliğinin olmadığı bölgenin arıcılık için elverişli olduğuna işaret etti.

Arıcılığa 50 yıldır katkıda bulunmaya çalıştığını belirten Çetin, daha çok kişinin bu alana yönelmesi ve bu faaliyeti bilimsel veriler ışığında yapması için kurs ve seminerler düzenlediğini anlattı.

Çetin, uygulamalı eğitimlerin olumlu yansımalarının görüldüğünü aktararak, gerek arı hastalıklarının azalması gerekse bal verimindeki artışların buna bağlanabileceğini söyledi.

Arıların önemine değinen Çetin, “Arılar tarımın olmazsa olmaz yardımcı aktörleridir. Arıların olmadığı yerde tarımsal verim olmaz. Arıcılık yapan genç kardeşlerimiz aslında doğrudan tarımsal üretimin de artışına katkı sağlamış oluyorlar. Arıcılığa meraklı olan genç arkadaşlarımızı kutluyorum.” diye konuştu.

Çetin, arı sağlığına zarar verecek kontrolsüz tarımsal ilaçlamaları doğru bulmadığını vurgulayarak, “Üreticilerimiz aslında fazla ürün almak amacıyla bu tür çalışmalara giriyorlar ama bir taraftan da arı sağlığını bozan bu tür ilaçlar aslında tarımda verimi düşürüyor.” dedi.