Mevsim değişiklikleri arıcılığı olumsuz etkiliyor

Mevsim değişiklikleri arıcılığı olumsuz etkiliyor

Yayın: 28.03.2024 10:26
Paylaş:
A+ A-

Eskişehir İli Arı Yetiştiricileri Birliği Başkanı Bünyamin Yiğit, bölgede yaşanan sıcak ve soğuk hava değişimlerinin arıcılığı ve bal üretimini olumsuz etkilediğini söyledi.

Eskişehir’de son haftalarda yaşanan hava değişimlerinin arıcılık ve bal üretimi faaliyetlerine yönelik etkilerini değerlendiren Yiğit, Eskişehir civarında yaşayan arıların bal üretimini en çok etkileyen unsurun değişen yaz ve kış şartları olduğunu vurguladı.

Eskişehir’de yıllık toplam 108 ton civarında bal üretildiğini aktaran Bünyamin Yiğit, bu üretimin daha çok Mihalıççık, Bozdağ gibi çevre ilçelerden elde edildiğini kaydetti. İlçelerde ova balı, yayla balı, çiçek balı, ayçiçeği balı olmak üzere yaklaşık 4 çeşit bal üretildiğini belirten Yiğit, merkez ilçelerde ise sadece sedir balı üretildiğini söyledi.

Eskişehir’in genel olarak soğuk bir iklime sahip olduğuna değinen Yiğit, bahar aylarına kadar arıların geliştirilmeleri gerektiğini söyledi. Yiğit, arıların kendilerini mevsim değişikliklerine uyarlayabildiklerini, ancak kış ve yaz dengesinin ömürlerini kısalttığı vurguladı.

Kısalan arı ömrünün bal üretimini olumsuz etkileyeceğine işaret eden Yiğit, şöyle konuştu:

“Kışın olması gerekiyor. Bizim arılarımız her sene burada kış olduğunu biliyordu fakat bu sene kış olmadı. Kış olmadığı için arılar devamlı çalıştı. Çalışan arının ömrü 42, en fazla 45 gündür. Kış günü arılar çalışmazlar, kovanın içinde bir salkım oluştururlar. Çalışmadıkları için bu salkımda durarak ömürlerini 6 ila 8 aya kadar uzatırlar. Ancak sıcaklıklardan dolayı arılar yaz günüymüş gibi çalıştılar. Çalıştıkları için dışarı uçtular ancak dışarıda alabilecekleri bir nektar yoktu, bundan dolayı kovanlarının içerisindekileri tükettiler. Yani normalde bahar aylarında tükenmesi gereken bal veya polenler şu an tükenmiş durumda. Dolayısıyla ömürleri 42 güne düştü, bu durumda arı kayıpları yaşanması çok doğal.”

Yiğit, mevcut koşullara rağmen şurup ve ek takviyelerle arıların bahara hazırlanabileceğini sözlerine ekledi. (AA)

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

SINIR HASTALIKLARI-2-

Yayın: 09.05.2024 10:25
Paylaş:
A+ A-

SINIR HASTALIKLARI-2-

Şöyle bir baksanız televizyona sevgili dostlar, “sınır” demekle neyi kastetmekte olduğumu çok rahat kestirebileceğinizi düşünüyorum. Geçen yazılarımdan birinde köyüme, arefe ya da bayram için olmalı,gittiğimde, amcaoğlumla yaşadığım mâruziyeti anlatmıştım sizlere. Olay; yarım saat içinde 3-4 ayrı TV kanalından aynı haberleri çokça izlemem gibi bir şekilde tezahür etti. Hadi izleme demeyelim de “maruz kalmak” diyelim.

Aslında bütün espri, televizyon denen akılsız aygıta “ayyy, git!” diyebilmekte, değil mi? Televizyon ülkemizde ilk yaygınlaşmaya başladığı zamanlarda, 80’lerde ve 90’ların başında, çocuktuk. O dönemlerde yaşanan küresel sıkıntıları ekranlardan nasıl yansıttıklarını ve ifşa ettiklerini,yaşı yeten çoğu okurumun rahatlıkla fehmedebileceğini düşünüyorum. Örneğin, Körfez Savaşı TV’den canlı yayınlanmıştı. 90’ların ilk yarısından itibaren de kanalların çoğalmasıyla “zap”la saman birbirine karışmıştı. Şimdi yüzlerce kanal var birkaç tıkla ulaşabileceğimiz.

Çoğu kişi günümüzde televizyon denen cihazı “haber alma” amaçlı kullanıyor. Akşam prime-time saatinde ise dizi izlemek popüler durumda şimdi. Artık dünyaya dizi ihraç edenler arasında ön sıralardayız. Bu haberlerin ve dizilerin içeriklerinden bahsetmem burada çok yer kaplayacağından bu konuya değinmiyorum.

İlk cep telefonumu (Motorola D-460 marka) aldığım 1997 yılını hatırlıyorum da o anki elimdeki aletin,şimdi bir televizyon yerine geçebileceğini hiç düşünmemiştim pek tabiî. Başka bir operatöre SMS bile atamıyordunuz zira o zamanki GSM yapısıyla.

Şimdilerde, Youtube Platformu aslında herkesin tematik bir TV kanalı görevini görmüyor mu sizce? Instagram da herkesin en mutlu anlarını paylaştığı bir fotoğraf albümü değil mi? Facebook’sa ikisinin karışımı gibi bir şey bakıldığında. Bu saydıklarımın hepsi aynı kişinin elinin altında “meta”laşmış durumda.

1960’larda “Pop Art” sanatçılarının temsilcilerinden Andy Warhol’a atfedilen “Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak” mantığıyla çalışmıyor mu bu ve bazı küresel uygulamalar? İnsanlar bu meşhurlandığı 15 dk. içinden’apıyorlar acaba? Ya da şöyle sorayım: Size herkese gösterilecek 15 dakika verilseydi içeriğinde ne yapar olurdunuz? Böyle sorunca biraz tuhaf geliyor, değil mi?

Bu soru şöyle de cevaplanabilirküçük bir kitle için makro düzeyde: Benim bütün insanlara göstereceğim15 dakikadan ziyade, bütün bir hayat hikâyem var ve ben bunun tamamından azami derecede sorumlu ve yükümlüyüm. Ve bu hayatım da ortalama 80-100 seneyle sınırlı.

Elinizde sınırlı bir zaman ve limitsiz olmayan bir değeriniz varsa onu başkalarından ve onların zararlarından itinayla korumanız gerekir. Yaşadıklarımızı, mutluluklarımızı, başkasın hiç deenterese etmeyecek anılarımızı ve onların hareketli hareketsiz görüntülerini aslında pek de masum olmayan sosyal medyada teşhir etmek ya da sergilemek gerçekten cesaret işi.

Ümit Hocam, sınırları aşmak ya da yıkmak gerek diyorsanız, derim ki: “Ortalıkta sınır mınır yok maalesef!” diyebilirim anca. Herkes aynı geminin içinde ve bazıları “Yelkenler fora!” diyor, biz de bir rüzgâra kapılıp gidiyoruz. Rotamız var mı yok mu onu ancak kişinin kendisi biliyor. Ya da kimse hiçbir şeyin farkında değil.

Gel de sinirlenme şimdi!

Satılmış Ümit ÇETİNKAYA

Şair-Yazar

29 Nisan 2024, Ağlı