EY, 2024 Küresel Etik ve Uyum Raporu’nu yayımladı

EY, 2024 Küresel Etik ve Uyum Raporu’nu yayımladı

Anadolu Ajansı
Yayın: 18.06.2024 00:30
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – Uluslararası danışmanlık, denetim ve vergi hizmetleri şirketi EY (Ernst&Young), 2024 Küresel Etik ve Uyum Raporu'nu yayımladı.

Şirketten yapılan açıklamaya göre, dünya genelinde şirketlerin kurumsal uyum standartlarının, doğru yönetim ve daha sıkı düzenlemelere bağlı olarak yükseldiği görülüyor.

Rapor kapsamında 53 ülke ve 5 bin 464 çalışan ile gerçekleştirilen ankette, iç ve dış baskıların çalışan davranışları üzerinde etkili olduğu ortaya koyuluyor.

Ankette görüş verenlerin yüzde 49'u şirketlerindeki dürüstlük standartlarının son iki yılda iyileştiğini, yüzde 90'ı meslektaşlarının ilgili yasalara, davranış kurallarına ve sektör düzenlemelerine uyum sağladığını söylüyor.

Olumlu seyreden bu eğilimlerin başlıca etkenleri arasında da yönetimin doğru şekilde yönlendirmesi, düzenleyici kurumlardan daha sıkı düzenleme gelmesi, müşterilerden, genel kamuoyundan ve hissedarlardan talep gelmesiyle birlikte çalışanların da baskısı yer alıyor.

EY'nin 2024 Küresel Etik ve Uyum Raporu'nun ortaya koyduğu önemli ve olumlu verilere rağmen katılımcıların yüzde 50'si, değişken piyasa koşullarında şirketlerinin dürüstlük standartlarını korumada zorlandığını belirtiyor.

Aynı zamanda katılımcıların yüzde 30'u, çalışanlara yönelik dürüstlük standartlarının ihlal edilmesinde mevcut makro-ekonomik ortamın en büyük dış baskıyı oluşturduğunu söylerken, yüzde 28'i de en büyük iç tehdidin, çalışanların davranış kurallarını anlamamasından kaynaklandığına dikkat çekiyor.

Dile getirilen diğer dış baskılar ise, siber tehditler, sağlıkla ilgili krizler, finansal performans beklentileri, tedarik zinciri aksaklıkları ve jeopolitik tehditler oluyor. İç faktörler arasında da yüksek çalışan devir hızı ve kaynak eksikliği, yönetimden gelen baskı ve finansal süreçlerin veya kontrollerin başarısızlığı yer alıyor.

Anket ayrıca, üçüncü kuruluşların, önemli uyum ihlallerine ve büyük dolandırıcılıklara yüzde 68 oranında karıştığını gösteriyor.

Şirketlerde dürüst bir şekilde hareket etmenin önemini ortaya koyan ankete göre, katılan yönetim kurulu üyelerinin yüzde 56'sı ve üst düzey yöneticilerin yüzde 53'ü, liderlerin etik davranışların önemini vurguladığını sık sık duyduğu, daha alt kademelerde çalışanların yüzde 33'ünün ise bununla karşılaştığı görülüyor.

– Dürüstlük standartları kıdeme göre değişiklik gösteriyor

Aynı zamanda anket, şirketlerde dürüstlük standartlarının rütbeye bağlı olarak değişebildiğine ve kıdemli çalışanlara genellikle daha fazla hoşgörü gösterildiğine dair yaygın bir algının altını çiziyor. Katılımcıların yüzde 31'i, kıdemli veya yüksek performanslı kişilerde etik dışı davranışlara göz yumulduğunu söylüyor.

Ayrıca, yönetim kurulu üyelerinin, resmi bir kanaldan bildirilmeyen potansiyel suistimallerle ilgili endişelere sahip olma olasılıklarının çok daha yüksek olduğu da ortaya çıkıyor (iş gücündeki kıdemsiz üyelerin yüzde 19'una kıyasla yüzde 43).

2024 Küresel Etik ve Uyum Raporu için gerçekleştirilen anket, etik olmayan davranışları ve yanlış uygulamaları bildirmek isteyen çalışanların güveneceği “şikayet ve ihbar” biriminin şirketler tarafından oluşturulması ve bunun dürüst bir iletişim için şirket kültürü haline gelmesi gerektiğini de açıklıyor.

Bu birime sahip olmayan şirketlerin 2022'den bu yana sayısının yarı yarıya azaldığı, sahip olan şirketlerde ise bu birim ile iletişime geçen çalışanların yüzde 54'ünün engellendiğine dikkati çekiyor.

Yönetim kurulu üyesi katılımcıların yüzde 40'ı çalışanların endişelerini bildirmelerinin günümüzde daha kolay hale geldiğini söylerken, çalışan katılımcıların sadece yüzde 26'sı bunu destekliyor.

Benzer şekilde, yönetim kurulu üyesi katılımcıların yüzde 33'ü, çalışanların yalnızca yüzde 14'üne kıyasla, şirketlerindeki ihbarcıların artık daha fazla korumaya sahip olduğuna inanıyor.

Türkiye'de gerçekleştirilen ankete katılanların yüzde 26'sı şirketlerinin dürüstlük standartlarına uyumunun son iki yılda arttığını belirtiyor.

Bunlardan yüzde 46'sı da bu yükselişin nedenini, denetim ve düzenleyici kurumların daha sıkı olmasına, hukuki gerekliliklere, genel kamuoyundan gelen talebin yükselişine, yönetim ve liderlerden gelen yönlendirmeye dayalı olduğunu söylerken yüzde 38'i de hissedarlardan gelen yönlendirmenin etki ettiğini dile getiriyor.

Katılımcıların yüzde 74'ü çalışanların yönetimden beklediği davranış standartlarının son iki yılda büyük oranda arttığını, yüzde 78'i de çalışanların ilgili yasalara, davranış kurallarına ve sektör düzenlemelerine uyduğunu ifade ediyor.

Aynı zamanda katılımcıların yüzde 70'i son iki yıl içerisinde üst düzey yöneticilerin dürüst davranmanın önemi hakkında çalışanlarla iletişimde bulunduğunu, yüzde 78'i kurumdaki yönetimin işlerini dürüstlükle yaptığını düşünüyor.

Öte yandan ilgi çekici bir veriyi de ortaya koyan ankete göre, Türkiye'deki katılımcıların yüzde 36'sı şirketlerinde “şikayet ve ihbar” çözümlerinin daha geliştiğini ve endişelerini dile getirmek için fazla esneklik sunulduğunu söylüyor, bu veri de yüzde 30 olan dünya ortalamasının önüne geçiyor. Veri gizliliği ve güvenliği ortalaması ise dünyada yüzde 21 iken Türkiye'de yüzde 40 olarak belirtiliyor.

– “Çalışanların kendilerini her zaman güvende hissetmesi sağlanmalı”

Açıklamada raporla ilgili değerlendirmelerine yer verilen EY Türkiye Adli Teknoloji ve Keşif Hizmetleri Lideri Can Genç, gerçekleştirilen ankette daha iyi bir yönetimin, düzenleyici faktörlerin ve müşteri taleplerinin dürüstlük standartlarını yükselttiğine dair açık veriler bulunduğunu belirtti.

Genç, “Çalışanlar, şirketlerin ve yönetimdeki liderlerin kurallara bağlı kaldığından büyük ölçüde emin olduğunu söylerken, ekonomik çalkantıların, siber tehditlerin ve mevzuat değişikliklerinin bu uyum standartları üzerinde baskı yaratmaya devam ettiğini ve standartları etkilediğini de belirtiyor.

Yüksek dürüstlük standartlarının şirketler için hayati önem taşıdığını göz önünde bulundurduğumuzda, özellikle şirketlere duyulan güvenin kritik bir önemi olduğunu söyleyebiliriz. Bu da üst düzey yöneticilerin bu standartlara bağlı kalması, çalışanlara örnek olması, dürüst ve açık olmanın öneminin etkili bir şekilde iletmesiyle mümkün olabiliyor.” açıklamalarında bulundu.

Ankette öne çıkan diğer bir verinin de üst yönetimin etik standartların önemini diğer çalışanlardan ziyade yönetimle paylaşmaya daha fazla önem verdiği konusuna değinen Genç, şunları kaydetti:

“Tüm bunlar doğrultusunda özellikle de alt kademedeki çalışanların nasıl davranmayı seçtikleri konusunda zarar verici sonuçlar ortaya çıkabilir. Bunu önlemek için de çalışanların kendilerini her zaman güvende hissetmesi sağlanmalı ve endişelerinin herhangi bir sonuç doğurmadan değerlendirileceği vurgulanmalıdır.”

EY Türkiye Kurumsal Etik, Uyum ve İnceleme Hizmetleri Lideri Yiğit Deniz Bulutlar ise olumsuz bir durumla ve görüntüyle karşı karşıya kalan çalışanların, şirket içerisinde bunu dile getirebilmesi gerektiğini vurguladı.

Bulutlar, “Bu konunun önemine başka bir şekilde değinmek gerekirse şirket bünyesinde şeffaflıkla bir 'konuşma' kültürünün oluşturulması çalışanların şirkete güveninin ve bağının güçlenmesini sağlıyor.

Yaklaşık iki yılda 'şikayet ve ihbar' hattı olmayan kuruluşlar neredeyse yarı yarıya düştü ancak bununla birlikte bu birimin sadece var olması değil etkili olarak da kullanılması, çalışanların tereddüt etmeden iletişim kurması da kritik bir önem taşıyor.” değerlendirmelerinde bulundu.

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

“Zeytin Ağaçlarının Ağladığı Yer” filminin hikayesine odaklandığı Filistinli gazeteci maruz kaldığı şiddeti anlattı

Anadolu Ajansı
Yayın: 26.06.2024 16:52
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – GÜLÇİN KAZAN DÖGER – İsrail askerlerinin sert müdahalesi sonucu 2012'de felç kalan ve doktorların iyileşme ihtimali vermemesine rağmen tekrar ayağa kalkmayı başaran Filistinli gazeteci Ashira Darwish, hikayesinin anlatıldığı Where Olive Trees Weep (Zeytin Ağaçlarının Ağladığı Yer) filminin Filistinlilerin travmalarına ve mücadelesine dikkat çektiğini belirtti.

İtalyan Zaya Benazzo ile Maurizio Benazzo'nun yönetmenliğini üstlendiği ve 6 Haziran'da gösterime giren belgesel filmde, Filistinli gazeteci ve terapist Ashira Darwish’le birlikte aktivist Ahed Tamimi, İsrailli gazeteci Amira Hass ve yazar Gabor Mate’nin tanıklıklarına ve görüşlerine de yer veriliyor.

Belgeselin ana karakterlerinden olan Darwish, çocukluk yıllarından itibaren maruz kaldığı İsrail şiddetini ve bununla mücadele etmek için geliştirdiği yöntemleri AA muhabirine anlattı.

İsrail işgaline dair ilk anılarının 9 Aralık 1987'deki Birinci İntifada dönemine ait olduğunu dile getiren Darwish, “O zamanlar Filistin'e yeni dönmüştük ve ben yaklaşık 4 ya da 5 yaşındaydım. İnsanların evimizin etrafında koşuşturduğunu ve askerler tarafından kovalandığını hatırlıyorum. Anneme hep 'Dedem nerede?' gibi sorular sorardım. Çünkü bir aile istiyordum. Ailemin yarısı Ürdün'deydi ve işgal nedeniyle onları görmemize izin verilmiyordu. Yani çok küçük yaşta benden bir şeyler alındığını biliyordum.” diye konuştu.

Darwish, İsrail ile Filistin arasındaki ilk barış çabası olan 13 Eylül 1993'teki Oslo Anlaşması'na işaret ederek, şöyle devam etti:

“Oslo anlaşması imzalanmadan önce kontrol noktaları görmüyorduk. Bu kadar güçlü değildi. Sonra Oslo oldu ve hayatlarımız değişti. Artık Ramallah’tan, Batı Şeria'dan arkadaşlarımız ziyarete gelemez oldu. Her yerde kontrol noktaları vardı. Dolayısıyla, hayat bize vaat edilen barıştan ziyade, cehenneme dönüştü. İlk günden itibaren İsraillilerin bu anlaşmayı yapma amacının, etnik temizliği daha da ileriye götürmek, bizi ayırmak, bizi izole etmek ve hayatlarımızı berbat etmek olduğu açıktı.”

– “Beni yakaladılar, dövüldüm, tüm vücudum morluk içindeydi”

Birinci Oslo Anlaşması'yla gelen kısıtlamaların aktivist yönünü tetiklediğine vurgu yapan Darwish, İsrail'e karşı 2000'de başlayan ve 2005'e kadar devam eden İkinci İntifada dönemindeki protestolarda aktif rol aldığını belirterek, “Protestolarda yaptığım şey slogan atmaktı. Herkes taş atardı ama o kadar uzağı vuramayacağımı çok erken fark ettim.” dedi.

İsrail askerlerinin sert yüzüyle bu protestolarda karşılaştığını söyleyen Darwish, ilk kez 16 yaşında gözaltına alındığını kaydederek, şunları aktardı:

“Hiçbir şey yapmamıştım, beni yakaladılar, dövüldüm ve El-Meskubiyye sorgulama merkezine vardığımda, tüm vücudum morluk içindeydi. İsrail askerleri baskı yaparak, beni tokatlayarak, hapishanede ve dışarıda dövülmediğime dair imza atmamı sağlamaya çalışıyordu. Sonunda 'Tamam, ne söylememi istiyorsunuz?' dedim. 'Sokakta düştüm ve size geldim' mi? 'Tamam, sokakta düştüm.' Bu cehennem çukurundan çıkmak için ne yapabilirsem diye düşündüm. Dehşet vericiydi. Bu ilk deneyimimdi.”

– “İkinci kez El-Meskubiyye gözaltı merkezine götürülmemek için dua ediyordum”

Batı Kudüs'teki El-Meskubiyye gözaltı merkezini “korkunç” olarak nitelendiren Darwish, 4 yıl sonra tekrar gözaltına alındığını belirterek, “Askerler beni kontrol noktasına götürdüğünde, orada oturmuş dua ediyordum, 'Lütfen beni El-Meskubiyye'ye götürmeyin. Beni başka bir yere götürebilir misiniz? Lütfen beni başka bir yere götürün.' Çünkü o yere geri dönmekten gerçekten çok korkuyordum. Kontrol noktasında alındım, soyuldum, gözlerim bağlandı ve aynı Rus kampına, El-Meskubiyye’ye götürüldüm.” ifadesini kullandı.

Darwish, 3 gün boyunca karanlık bir hücrede tutulduğunu aktararak, “Hiçbir şey görmemeniz, sadece onları duymanız için size kar maskesi takıyorlardı ve sorgucuya gidene kadar itip kakıyorlardı. (El-Meskubiyye’ye) İkinci kez girdiğimde 20 yaşındaydım ve korkunçtu. Ondan sonra da yıllarca travma yaşadım. Benim gibi ayrıcalıklı bir gazetecinin bu sorgulamada neler yaşadığını hayal edebiliyorsanız, 8-9 yaşlarındaki çocuklara neler olduğunu düşünebiliyor musunuz?” diye konuştu.

– “Tekerlekli sandalyede olma fikri benim için korkunçtu”

Batı Şeria'nın Ramallah kentindeki Nabi Saleh köyünde, İsrail'in su kaynaklarına el koyması üzerine, 2012'de düzenlenen protestolara katıldığını ifade eden Darwish, “Komutanlar bizi her hafta görüyordu. Böylece bu çok kişisel bir hal aldı. Slogan atarak ivmeyi koruduğumu görebiliyorlardı. Her hafta göz yaşartıcı gaza maruz kalıyorduk, dayak yiyorduk, köyde adeta terör estiriliyordu. O köydeki tüm çocuklar ya tutuklanmış ya da yaralanmıştı.” dedi.

Darwish, 13 Mayıs 2012'nin dönüm noktası olduğunu belirterek, “Komutan bana copla vurmaya devam etti ama beni durduramadılar. Sadece onların vurduğunu kayda alıyordum. Başımda bir şal vardı ve bir asker beni şalımdan çekti diğeri de bacaklarımı bıraktı. Böylece linç edildim ve boynum kırıldı. Yaralanma süreci, bunun vücudumda felce neden olduğunu anladığım zamanki kadar travmatik değildi.” diye konuştu.

Polis şiddetiyle omuriliği yırtılan Darwish, hiçbir doktorun bir daha yürüyeceğine ihtimal vermediğini söyleyerek, “Yurtdışındaki doktorlara da belgelerimi gönderdim ama herkes 'Oh, omurilik yaralanması, iyileşmez. Kopmuş.' diyordu. Ben bunu kabul edemezdim. Kabul etmeyecektim. Tekerlekli sandalyede olma fikri benim için korkunçtu. Başka yollar aramaya başladım.” ifadesini kullandı.

– “Öfkemi bırakıp tekrar yürüyeceğimi düşündüm, dua ettim ve 3 gün içinde yürüdüm”

Darwish, bu olaydan sonra manevi bir yolculuğa çıktığının altını çizerek, “Yaptığım ilk şey Allah ile tekrar konuşmaya dönmek oldu. Bunu yıllarca kesmiştim. İlk yaptığım şey Allah'tan yardım istemek oldu ve dedim ki Allah'ım senden yardım istemek dışında yapabileceğim hiçbir şey yok, bana yardım et ve hamdolsun etti.” dedi.

Çeşitli meditasyon yollarını da araştıran Darwish, iyileşme sürecini içsel yolculuğu ile başlattığına dikkati çekerek, şunları söyledi:

“Benim için en önemli şey nefret ve öfke bariyerini yıkmaktı çünkü ne zaman oturup meditasyon yapmaya ya da şifa güçlerimi harekete geçirmeye çalışsam başıma gelenlere çok öfkeleniyordum. Bağışlamanın bir noktasına ulaştıktan sonra nefreti, öfkeyi bırakabildim. Suçu başkalarına atmaktan, bunun neden benim başıma geldiğini sormaktan vazgeçtim. Sadece meditasyon yaparak ve sonucun istediğim gibi olacağını, tekrar yürüyeceğimi düşündüm, dua ettim ve (ameliyattan sonra) üç gün içinde yürüdüm.”

– “Şimdi sıra bizdeyse, yarın sizin sıranız olabilir”

Şu anda hem çocuklar hem de yetişkinler için travma iyileştirme çalışmaları yapan Darwish, “Sanırım en büyük motivasyonum insanlar, çocuklar. Şunu söyleyebilmek istiyorum, en ağır travmayı da yaşadıysanız, bu yolun sonu değil. Asla ama asla teslim olmayın. Asla hiçbir soruna teslim olmayın.” dedi.

Darwish, İsrail'in Gazze'ye yönelik devam eden saldırılarına da değinerek, sözlerini şöyle noktaladı:

“Vurgulamam gereken asıl şey, insanların artık uyanıp, hayatlarının her dakikasını, Gazze'deki soykırımı durdurmak ve özgür Filistin için çalışmakla geçirmeleri gerektiği. İsrail'in neler yapabileceğini biliyoruz. Sadece Filistinliler için değil, aynı zamanda kendiniz için, ruhunuz için, bu dünyada var olabilmek için mücadele etmek bir insan olarak göreviniz. Şimdi sıra bizdeyse, yarın sizin sıranız olabilir. Dolayısıyla herkesin uyanma ve bu şeytani Siyonist rejimin artık varlığını sürdüremeyeceğini anlama zamanı geldi. Bu dünyada herkes için yer var.”​​​​​​​​​​​​​​