Yüzyıl ilerisini görebilmek…
Siyasette…
Yönetimde…
Şehircilikte…
Ekonomide…
Sözün kısası;
Yapılacak her işte…
Geleceği göre hareket edebilmek.
Reklam filminde dile getirildiği gibi…
Elbette…
Gelecekte bir gün gelecek.
Kim ne derse desin en önemli sorunumuz; günübirlik yaşamaktan kaynaklanmaktadır.
Gerçekten…
Biz tarihsel anlamda günübirlik yaşamaya 1950’li yıllardan itibaren başladık.
Siyaseti popülizme kurban ettik.
Oy ayla kaygısıyla hareket edip toplumsal faydayı göz ardı ettik.
Büyümeye ve gelişmeye ihtiyacımız vardı…
Liberalizm ve demokrasi dünyada moda olmuştu…
Dışa açılmayı,kabuktan çıkmayı plansızlık,programsızlık olarak algıladık
Hatta planlı ve programlı olmanın” hür teşebbüsçü “zihniyete darbe vurabileceğini düşündük…
Başıboş bıraktık her şeyi…
Liberalizmi kavramadan kapitalist olduk.
Yağma Hasan’ın böreğine benzettik iş yapmayı…
Hedeflerimizi …
Köşe kapmaya göre ayarladık.
Amacımız kısa yoldan zengin olmaktı…
Söylemlerde bu anlayışı destekler nitelikteydi.
1950’li yıllarda iktidar her mahallede bir milyoner yaratma çabası içine girdi.
Türkiye’de 6-7 Eylül 1955 olayları milli burjuva yaratma düşüncesini tetikledi.
Kimileri köşeyi döndü,kimileri dönemedi…
Liberalizm çarpık kapitalizm olarak ülkede iyice yarleşmeye başladı.
Kapitalist kültür ahlakımızı değiştirdi.
Sevgi ve saygıya yönelik kavramlar doğal olarak müzelik oldu.
Ekonomik gidişatı tanımlamak zorlaştı.
Yeni bir sınıf ortaya çıktı adeta…
Bir türlü burjuvalaşamayan yeni bir orta sınıf…!
Dahası;
İlerisini hiç düşünmeden işler yaptık.
Popülizmin kurbanı olduk…
Toplumsal yararı rafa kaldırdık.
Her şeyden önce insanı/insanları hiçe saydık.
Toplumun ayarını bozduk.
Sonra birdenbire bize ne oldu şarkısını söylemeye başladık.
Tarihin hataları af etmeyeceğini göremedik.
Bugünlerde neredeyiz?
Daha doğrusu nerelerdeyiz?
Aşık Veysel’in dizelerinde dile getirdiği gibi;
“Uzun ince bir yolda gidiyoruz gündüz gece”