İnsan için mekanların önemi yadsınamaz…
Mekanlar insanlar için ferahlık demektir…
Bu açıdan içinde yaşadığımız kent,mekansal açıdan özgürlüğünü yitirmiş görünüyor.
Coğrafi engellerle birlikte çoğalan taşıt sayısı ve nüfus artışı ister istemez ferahlığı engelliyor
Karabük tava içine oturmuş kent.
Vadinin tabanına kurulmuş…
Üç yüksek tepe ile kuşatılmış.
Bulutlu gün sayısı o kadar fazla ki,güneş bulutlardan dolayı yere temas edemiyor…
Edemeyince de hava yükselemiyor.
Kentin üzerinde kirlilik bir türlü dağılamıyor
Olduğu gibi kirli hava yere çöküyor
Sanki “bük”lerin kararınca şaka bir yana Kara-bük oluveriyor.
Ancak bük kalmadı demeyin sakın.
Çünkü bükler kentimizin ne de olsa isim babası.
Hatta can damarı
Asla onsuz yapamayız…
Bu durum artık kentin gerçeği olmuş gibi bir şey…!
Kentimizi verdiğimiz değer,kendimize verdiğimiz değerdir.
O değer aynı zamanda,
Ailemize verdiğimiz değeri de konu alır.
Bakın çevrenize…
Güzellikler görüyor musunuz?…
Görüyorsanız o sizin güzelliğinizin çevreye yansımasıdır…
Çirkinlikler mi?
Betonlaşma mı?
Ucube görüntüler mi?
O’nun nedeni nedir acaba?…
Bir düşünün bakalım
Yol kenarını dikilmiş tabeladan okudum
Ormanları” bekçi değil sevgi korur” diyor
Çok büyük bir söz…
Bu sözü ciddi biçimde düşünmek gerek.
Bütün medeniyetlerin temelinde önce sevgi vardır…
Uygarlıklar sevgi bahçesinde tohumlanıp yeşermiştir…
Sonra çevrelerini çeşitli araçlarla etkilemeye başlamışlardır…
Bundan dolayı;
İnsanlığa yararlı olma düşüncesi ancak sevgi ortamında kendi anlamını bulabilir
İçinde yaşadığımız yüzyıl maalesef bu kavramlardan yoksun olarak sürece katıldı.
Kentler yaşanmaz halde…
Kirlenme had safhada.
Kent adabı,görgüsü,soyluluğu diye bir şey kalmadı.
Sanki yağmurla birlikte kirli su olup derelere karıştı.
Bir türlü temizlenmek bilmiyor.
Bu fütursuzca durum nereden kaynaklanıyor?
İnsanlık nereye gidiyor?
Medeniyet denilen şeş neden bu kadar şaşkın.!
İşte bunu anlamak gerçekten çok zor…!