“Toprağın Sana Yeter” uygulaması çiftçiye sürdürülebilir yol haritası sunuyor

“Toprağın Sana Yeter” uygulaması çiftçiye sürdürülebilir yol haritası sunuyor

Anadolu Ajansı
Yayın: 17.06.2024 16:30
Paylaş:
A+ A-

ANKARA (AA) – BİRİZ ÖZBAKIR – Yüksek Kimya Mühendisi Nihal Ceren Alıcı, geliştirdiği yapay zeka destekli “Toprağın sana yeter” uygulamasıyla, kimyasal kullanımını ve girdi maliyetini azaltıp yüzde 50'ye varan verim artışı sağlayarak onarıcı ve sürdürülebilir bir tarım için çiftçilere yol haritası sunmaya çalışıyor.

Dünya genelinde artan nüfusla birlikte kişi başına düşen tarım alanı azalırken kuraklık ve çölleşme, bu azalışı hızlandıran faktörlerin başında geliyor. Kuraklık ve çölleşmeye dikkati çekmek ve bu konuda farkındalık oluşturmak amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından 1994’te alınan kararla 17 Haziran, Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü olarak kabul ediliyor.

Sürdürülebilir ve onarıcı tarımla toprak kalitesini artıracak doğru yöntemlerin uygulanması için “Toprağın sana yeter” adlı bir uygulama geliştiren Yüksek Kimya Mühendisi ve girişimci Nihal Ceren Alıcı, AA muhabirine, tarım topraklarında aşırı kimyasal gübre kullanımı ve iklim krizi nedeniyle toprak canlılığının azaldığını ve bunun da verimi olumsuz etkilediğini söyledi.

Tarım alanlarının son 20 yılda 41 milyon hektardan 38 milyon hektara gerilediğini belirten Alıcı, “Tarımın temeli toprak. Toprak bizim tanımlayabildiğimizin yanında bir de tanımlayamadığımız inanılmaz bir canlılık ve dinamizm içeriyor. Tarımı toprakta yaptığımız için de öncelikle onu tanımalıyız, derinliklerine inmeliyiz. Neye ihtiyacı var, iyi bilmeliyiz ki buna göre işleme yapalım.” dedi.

Proje fikrinin, geçmişten getirdiği öğretilerle çiftçilik yapan babasının istediği verimi elde edememesiyle ortaya çıktığını anlatan Alıcı, öncelikle Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Ana Bilim Dalı'nda yüksek lisansa başladığını, ardından sürdürülebilir ve onarıcı tarım yöntemlerini herkese ulaştırmak için bir uygulama geliştirdiğini aktardı.

– “Yüzde 50'ye kadar verim artışı sağladığımız parsellerimiz var”

Sistemi uygulamanın hem toprağı tanımak hem doğru gübrelemeyi doğru zamanda yapmak hem de toprak canlılığını iyileştirmek açısından önemli olduğunu vurgulayan Alıcı, “Hele ki şu zamanda iklim krizi diyoruz, toprak sağlığı bitti diyoruz ama aslında ona iyi bakarsak o da bize hızlıca cevap veriyor ve verim artışıyla bizi ödüllendiriyor.” diye konuştu.

Çiftçilerle beraber omuz omuza verimli tarım yapabilmeleri ve kaliteli ürün yetiştirebilmeleri için sahaya inip çalıştıklarını ve onlara sürdürülebilir tarım için yol haritaları sunduklarını dile getiren Alıcı, uygulama sonrası elde ettikleri sonuçlar hakkında şu bilgileri paylaştı:

“Ankara'da biz bunu 3-4 senedir uyguluyoruz. Kimyasal gübrede yüzde 50'ye varan azalma var çünkü biz sadece gübreleme takviminde önerdiğimiz kimyasal gübreyi değil yanında kompost, vermikompost, mikrobiyal, organik ve organomineral gübreyi de öneriyoruz. Bunlarla beraber uygulandığı zaman yüzde 50'ye kadar verim artışı sağladığımız parsellerimiz var. Verim artışı bir getiri sağlarken kimyasal gübrenin azalması hem girdi maliyetini düşürüyor hem de toprak daha iyi bir duruma geçiyor.”

– “Yağışa ve meteorolojik verilere göre gübreleme haritası sunuyoruz”

Halihazırda uygulamanın yeni aktiflendiğini ve bu nedenle veri seti toplama aşamasında olduklarını anlatan Alıcı, birebir sahaya inip yaptıkları denemelerin biyolojik, fiziksel ve kimyasal analizlerini ve tarladaki ürünlerden aylık düzenli olarak çektikleri görüntüleri uygulamaya yükleyerek yapay zekanın öğrenmesi üzerinde çalıştığını kaydetti.

Alıcı, “İlerleyen zamanlarda datalarımız çoğaldıkça ve kullanıcı sayımız arttıkça yapay zeka destekli olarak bütün bu bilgiler işlenecek ve artık bir süre sonra yapay zeka onlara 'Senin tarlanda görünüşe göre bu sene böyle bir gübreleme yapman gerekiyor', 'Hasat zamanı şu gibi gözüküyor' diyecek. Bu, onlara sonraki üretim sezonu için bir programlama çözümü oluşturacak.” ifadelerini kullandı.

Uygulamanın, yabani ot ve hastalıklarla mücadele için önerilerden, ürünün ne zaman hasat edileceğine kadar tüm aşamaların takibini sağladığını bildiren Alıcı, uygulamanın nasıl kullanıldığını şöyle anlattı:

“(Çiftçi) kendi bilgileriyle arayüze giriş yapıyor. Daha sonra buraya verilerini giriyor. 'Benim şu ada, şu parselde, şu kadar büyüklüğünde tarlam var. Ben bu uygulamayı kullanmak istiyorum.' dedikten sonra gireceği ada ve parsellerden, kullanacağı tarlalardan toprak örnekleri alıp uygulamasına analiz sonuçlarını yüklüyoruz. O sezonda ne ekeceksiniz, örneğin; 2024 sezonunda ben buraya buğday ekeceğim. Ona göre toprak analizlerini karşılaştırıp buğdayın isteklerine göre, yetiştirildiği ortama göre her yörede farklı istekleri ve farklı gübreleme ihtiyacı var. Biz de toprak analizi ve meteorolojik verilere göre bir gübreleme haritası sunuyoruz.”

– “Dekarda 160-180 kilogram aldıkları zaman biz 230'un üzerinde bir verim aldık”

Nihal Ceren Alıcı'nın babası Ömer Alıcı, emekli olduktan sonra elindeki toprağı değerlendirmek için çiftçiliğe başladığını fakat ne yaparsa yapsın istediği verimi alamadığını ve kızıyla buna bir çözüm arayışına girerek onarıcı ve sürdürülebilir tarım yöntemleri içeren bir sistem üzerinde birlikte çalışmaya başladıklarını söyledi.

Öncelikle bir deneme alanı kurup ardından o deneme alanına arpa ektiklerini anlatan Alıcı, bu alanlarda farklı şekillerde gübre uygulaması yaptıklarını, bunun sonucunda her alanda her başağın içindeki taneleri tek tek sayarak, başağın uzunluğunu, bitkinin boyunu ve sap kalınlığını, bir metrekarede ne kadar bitkinin oluştuğunu analiz ettikten sonra “Toprağın sana yeter” ekibi tarafından önerilen uygulamaları yaptığını aktardı.

Alıcı, uygulamadan elde ettiği fayda hakkında şunları söyledi:

“Bundan 2-3 yıl önce bölgemizde yüzde 35-40'lara varan bir kuraklık vardı. Kabaca söylüyorum; normalde organik gübre veya vermikompost uygulamasını tarlasında yapmayan çiftçilerimiz o dönemde dekarda 160 ila 180 kilogram ürün aldıkları zaman biz 230 kilogramın üzerinde bir verim aldık. Geçen yıl da şöyle oldu; aynı komşu tarlalarda beraber ekip biçtiğimiz arkadaşlarımız var. Her şeyimiz aynı, beraber, ortak çalışıyoruz, sadece o vermikompost uygulaması yapmadı. O, dekardan 350 kilogram falan alırken biz 500 kilogram aldık.”

Tüm çiftçilere uygulamayı kullanmaları tavsiyesinde bulunan Alıcı, sözlerini şöyle tamamladı:

“Yabani ot mücadelesi yapmaya başladığımızda satıcılara gidiyor, 'Bize bir ot ilacı verin.' diyorduk, veriyorlardı. 'Ne kadar atacağız?' diye soruyorduk, 'Bir kapak.' diyorlardı. Bu kadar basit olmaması lazım bunun. Neden kullanmamız gerektiğini bilmem anlatabildim mi? Bir kapak değil yani. Belki de kapağın onda biri kadar. İşte o zehirler hep bize geri dönüyordu. Birincisi bunun için, ikincisi az girdili, çok kazançlı ürün elde etmek istiyorlarsa bütün çiftçilerimizin bunu kullanması lazım.”

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

“Zeytin Ağaçlarının Ağladığı Yer” filminin hikayesine odaklandığı Filistinli gazeteci maruz kaldığı şiddeti anlattı

Anadolu Ajansı
Yayın: 26.06.2024 16:52
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – GÜLÇİN KAZAN DÖGER – İsrail askerlerinin sert müdahalesi sonucu 2012'de felç kalan ve doktorların iyileşme ihtimali vermemesine rağmen tekrar ayağa kalkmayı başaran Filistinli gazeteci Ashira Darwish, hikayesinin anlatıldığı Where Olive Trees Weep (Zeytin Ağaçlarının Ağladığı Yer) filminin Filistinlilerin travmalarına ve mücadelesine dikkat çektiğini belirtti.

İtalyan Zaya Benazzo ile Maurizio Benazzo'nun yönetmenliğini üstlendiği ve 6 Haziran'da gösterime giren belgesel filmde, Filistinli gazeteci ve terapist Ashira Darwish’le birlikte aktivist Ahed Tamimi, İsrailli gazeteci Amira Hass ve yazar Gabor Mate’nin tanıklıklarına ve görüşlerine de yer veriliyor.

Belgeselin ana karakterlerinden olan Darwish, çocukluk yıllarından itibaren maruz kaldığı İsrail şiddetini ve bununla mücadele etmek için geliştirdiği yöntemleri AA muhabirine anlattı.

İsrail işgaline dair ilk anılarının 9 Aralık 1987'deki Birinci İntifada dönemine ait olduğunu dile getiren Darwish, “O zamanlar Filistin'e yeni dönmüştük ve ben yaklaşık 4 ya da 5 yaşındaydım. İnsanların evimizin etrafında koşuşturduğunu ve askerler tarafından kovalandığını hatırlıyorum. Anneme hep 'Dedem nerede?' gibi sorular sorardım. Çünkü bir aile istiyordum. Ailemin yarısı Ürdün'deydi ve işgal nedeniyle onları görmemize izin verilmiyordu. Yani çok küçük yaşta benden bir şeyler alındığını biliyordum.” diye konuştu.

Darwish, İsrail ile Filistin arasındaki ilk barış çabası olan 13 Eylül 1993'teki Oslo Anlaşması'na işaret ederek, şöyle devam etti:

“Oslo anlaşması imzalanmadan önce kontrol noktaları görmüyorduk. Bu kadar güçlü değildi. Sonra Oslo oldu ve hayatlarımız değişti. Artık Ramallah’tan, Batı Şeria'dan arkadaşlarımız ziyarete gelemez oldu. Her yerde kontrol noktaları vardı. Dolayısıyla, hayat bize vaat edilen barıştan ziyade, cehenneme dönüştü. İlk günden itibaren İsraillilerin bu anlaşmayı yapma amacının, etnik temizliği daha da ileriye götürmek, bizi ayırmak, bizi izole etmek ve hayatlarımızı berbat etmek olduğu açıktı.”

– “Beni yakaladılar, dövüldüm, tüm vücudum morluk içindeydi”

Birinci Oslo Anlaşması'yla gelen kısıtlamaların aktivist yönünü tetiklediğine vurgu yapan Darwish, İsrail'e karşı 2000'de başlayan ve 2005'e kadar devam eden İkinci İntifada dönemindeki protestolarda aktif rol aldığını belirterek, “Protestolarda yaptığım şey slogan atmaktı. Herkes taş atardı ama o kadar uzağı vuramayacağımı çok erken fark ettim.” dedi.

İsrail askerlerinin sert yüzüyle bu protestolarda karşılaştığını söyleyen Darwish, ilk kez 16 yaşında gözaltına alındığını kaydederek, şunları aktardı:

“Hiçbir şey yapmamıştım, beni yakaladılar, dövüldüm ve El-Meskubiyye sorgulama merkezine vardığımda, tüm vücudum morluk içindeydi. İsrail askerleri baskı yaparak, beni tokatlayarak, hapishanede ve dışarıda dövülmediğime dair imza atmamı sağlamaya çalışıyordu. Sonunda 'Tamam, ne söylememi istiyorsunuz?' dedim. 'Sokakta düştüm ve size geldim' mi? 'Tamam, sokakta düştüm.' Bu cehennem çukurundan çıkmak için ne yapabilirsem diye düşündüm. Dehşet vericiydi. Bu ilk deneyimimdi.”

– “İkinci kez El-Meskubiyye gözaltı merkezine götürülmemek için dua ediyordum”

Batı Kudüs'teki El-Meskubiyye gözaltı merkezini “korkunç” olarak nitelendiren Darwish, 4 yıl sonra tekrar gözaltına alındığını belirterek, “Askerler beni kontrol noktasına götürdüğünde, orada oturmuş dua ediyordum, 'Lütfen beni El-Meskubiyye'ye götürmeyin. Beni başka bir yere götürebilir misiniz? Lütfen beni başka bir yere götürün.' Çünkü o yere geri dönmekten gerçekten çok korkuyordum. Kontrol noktasında alındım, soyuldum, gözlerim bağlandı ve aynı Rus kampına, El-Meskubiyye’ye götürüldüm.” ifadesini kullandı.

Darwish, 3 gün boyunca karanlık bir hücrede tutulduğunu aktararak, “Hiçbir şey görmemeniz, sadece onları duymanız için size kar maskesi takıyorlardı ve sorgucuya gidene kadar itip kakıyorlardı. (El-Meskubiyye’ye) İkinci kez girdiğimde 20 yaşındaydım ve korkunçtu. Ondan sonra da yıllarca travma yaşadım. Benim gibi ayrıcalıklı bir gazetecinin bu sorgulamada neler yaşadığını hayal edebiliyorsanız, 8-9 yaşlarındaki çocuklara neler olduğunu düşünebiliyor musunuz?” diye konuştu.

– “Tekerlekli sandalyede olma fikri benim için korkunçtu”

Batı Şeria'nın Ramallah kentindeki Nabi Saleh köyünde, İsrail'in su kaynaklarına el koyması üzerine, 2012'de düzenlenen protestolara katıldığını ifade eden Darwish, “Komutanlar bizi her hafta görüyordu. Böylece bu çok kişisel bir hal aldı. Slogan atarak ivmeyi koruduğumu görebiliyorlardı. Her hafta göz yaşartıcı gaza maruz kalıyorduk, dayak yiyorduk, köyde adeta terör estiriliyordu. O köydeki tüm çocuklar ya tutuklanmış ya da yaralanmıştı.” dedi.

Darwish, 13 Mayıs 2012'nin dönüm noktası olduğunu belirterek, “Komutan bana copla vurmaya devam etti ama beni durduramadılar. Sadece onların vurduğunu kayda alıyordum. Başımda bir şal vardı ve bir asker beni şalımdan çekti diğeri de bacaklarımı bıraktı. Böylece linç edildim ve boynum kırıldı. Yaralanma süreci, bunun vücudumda felce neden olduğunu anladığım zamanki kadar travmatik değildi.” diye konuştu.

Polis şiddetiyle omuriliği yırtılan Darwish, hiçbir doktorun bir daha yürüyeceğine ihtimal vermediğini söyleyerek, “Yurtdışındaki doktorlara da belgelerimi gönderdim ama herkes 'Oh, omurilik yaralanması, iyileşmez. Kopmuş.' diyordu. Ben bunu kabul edemezdim. Kabul etmeyecektim. Tekerlekli sandalyede olma fikri benim için korkunçtu. Başka yollar aramaya başladım.” ifadesini kullandı.

– “Öfkemi bırakıp tekrar yürüyeceğimi düşündüm, dua ettim ve 3 gün içinde yürüdüm”

Darwish, bu olaydan sonra manevi bir yolculuğa çıktığının altını çizerek, “Yaptığım ilk şey Allah ile tekrar konuşmaya dönmek oldu. Bunu yıllarca kesmiştim. İlk yaptığım şey Allah'tan yardım istemek oldu ve dedim ki Allah'ım senden yardım istemek dışında yapabileceğim hiçbir şey yok, bana yardım et ve hamdolsun etti.” dedi.

Çeşitli meditasyon yollarını da araştıran Darwish, iyileşme sürecini içsel yolculuğu ile başlattığına dikkati çekerek, şunları söyledi:

“Benim için en önemli şey nefret ve öfke bariyerini yıkmaktı çünkü ne zaman oturup meditasyon yapmaya ya da şifa güçlerimi harekete geçirmeye çalışsam başıma gelenlere çok öfkeleniyordum. Bağışlamanın bir noktasına ulaştıktan sonra nefreti, öfkeyi bırakabildim. Suçu başkalarına atmaktan, bunun neden benim başıma geldiğini sormaktan vazgeçtim. Sadece meditasyon yaparak ve sonucun istediğim gibi olacağını, tekrar yürüyeceğimi düşündüm, dua ettim ve (ameliyattan sonra) üç gün içinde yürüdüm.”

– “Şimdi sıra bizdeyse, yarın sizin sıranız olabilir”

Şu anda hem çocuklar hem de yetişkinler için travma iyileştirme çalışmaları yapan Darwish, “Sanırım en büyük motivasyonum insanlar, çocuklar. Şunu söyleyebilmek istiyorum, en ağır travmayı da yaşadıysanız, bu yolun sonu değil. Asla ama asla teslim olmayın. Asla hiçbir soruna teslim olmayın.” dedi.

Darwish, İsrail'in Gazze'ye yönelik devam eden saldırılarına da değinerek, sözlerini şöyle noktaladı:

“Vurgulamam gereken asıl şey, insanların artık uyanıp, hayatlarının her dakikasını, Gazze'deki soykırımı durdurmak ve özgür Filistin için çalışmakla geçirmeleri gerektiği. İsrail'in neler yapabileceğini biliyoruz. Sadece Filistinliler için değil, aynı zamanda kendiniz için, ruhunuz için, bu dünyada var olabilmek için mücadele etmek bir insan olarak göreviniz. Şimdi sıra bizdeyse, yarın sizin sıranız olabilir. Dolayısıyla herkesin uyanma ve bu şeytani Siyonist rejimin artık varlığını sürdüremeyeceğini anlama zamanı geldi. Bu dünyada herkes için yer var.”​​​​​​​​​​​​​​