Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde bahar havası mı?

Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde bahar havası mı?

Yayın: 10.09.2023 14:08
Paylaş:
A+ A-

2023’ün ilk yarısında yapılan seçimlerden zaferle çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Miçotakis yönetimleri, iki ülke arasındaki ilişkileri bulunduğu seviyenin çok daha ilerisine taşıma noktasında kararlı görünüyor.

Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgos Yerapetritis arasında dün gerçekleşen görüşmeyi, görüşmenin sonuçlarını ve Batı’nın ikili ilişkilere bakışını AA Analiz için kaleme aldı.

***

Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgos Yerapetritis, dün Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı ziyaret etti. Geçtiğimiz temmuz ayında Litvanya’da düzenlenen NATO zirvesi sırasında bir araya gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis eylül ayı içinde New York’ta ve bir terslik çıkmazsa aralık ayında da Yunanistan’ın Selanik kentinde tekrar görüşecek. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunun yıllık düzenlenen olağan zirve toplantıları sırasında iki ülke liderinin kapsamlı bir görüşme yapmaları bekleniyor. Benzer şekilde Selanik’te yapılacak olan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyinin muhtevası da iki ülke ilişkilerini yakından ilgilendiren konuları kapsayacak. Bu iki önemli zirvenin arifesinde Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanlarının bir araya gelerek toplantılar için ön hazırlık yaptıklarını görüyoruz.

AB üyelik sürecinde sirtaki diplomasisi

Bu yılın başlarında Türkiye’de yaşadığımız deprem felaketi karşısında Yunanistan’ın yaptığı insani yardımlar ve içinde bulunduğumuz yaz mevsimi sırasında her iki ülkede ortaya çıkan orman yangınlarının söndürülmesinde tarafların birbirlerine verdiği destek, Atina ve Ankara arasındaki görüşmeleri mümkün kılacak psikolojik bir ortam yarattı.

Buna benzer bir durum 1990’lı yılların sonunda da görülmüştü. Yaşanan depremler sonrasında iki ülke arasında “sirtaki diplomasisi” olarak adlandırılan bir süreç başlamış ve Yunanistan, Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinde Türkiye’nin aday ülke ilan edilmesi kararını desteklemişti. Daha o zamanlarda yüzünü Avrupa’ya dönecek bir Türkiye’nin Yunanistan’ın ulusal çıkarlarıyla uyumlu olacağı sonucuna varılmıştı. Türkiye’nin de başarıyla sonuçlandırmak istediği AB üyelik sürecini komşusu Yunanistan’ın desteğini alarak daha kolay tamamlayacağı varsayılıyordu. Şu an itibarıyla tam olarak benzer bir durumda olup olmadığımızı söylemek zor. Ancak Türkiye’nin Batı’yla daha fazla yakınlaştığı bu günlerde Türk-Yunan ilişkilerinde bir bahar havasının yaşanması kimseyi şaşırtmamalı. İçinde bulundukları ekonomik ve siyasi şartlar düşünüldüğünde Türkiye ve Yunanistan’ın en son isteyeceği şey silahlı bir çatışmaya dönüşme olasılığını da içinde barındıran gergin bir ilişkidir.

Batı’nın olumlu bakışı

2023’ün ilk yarısında yapılan seçimlerden zaferle çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Miçotakis yönetimleri, iki ülke arasındaki ilişkileri bulunduğu seviyenin çok daha ilerisine taşıma noktasında kararlı görünüyor. Son yıllarda Türk dış politikasında yaşanan bölge ülkeleriyle ilişkileri daha iyi bir noktaya taşıma çabası hiç şüphesiz Türkiye-Yunanistan ilişkilerini de kapsıyor.

Türkiye ve Yunanistan arası ilişkilerdeki olası iyileşmeler Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) almayı umduğu F-16 savaş uçaklarıyla ilgili süreci olumlu etkileyebilir. Ege ve Doğu Akdeniz’de yaşanacak istikrar ve işbirliği iklimi hiç şüphesiz Türkiye’nin ABD ve AB’yle olan ilişkilerine de olumlu yansıyacaktır. Nitekim AB ülkeleri ve ABD’nin Türk-Yunan ilişkilerindeki yakınlaşmaya destek verdikleri görülüyor.

Neler görüşüldü?

Görüşmeleri sırasında iki ülkenin Dışişleri Bakanları uzun süredir yapılamayan istikşafi görüşmeleri başlatma kararı aldı. Ege Denizi’ndeki sorunların çözümü noktasında diplomasi ve uluslararası hukuk üzerinden her iki tarafın da çıkarlarını gözetecek bir çözümün bulunması noktasında bir görüş birliğine varıldığı görülüyor. Benzer şekilde Kıbrıs sorununun çözüm sürecine destek verildiği de not edilmelidir.

Taraflar arasındaki sorunların kemikleşmiş olduğunu ve kolayca çözülemeyeceğini herkes görüyor. Yine de bölgesel istikrarsızlıkların arttığı bir dönemde Türkiye ve Yunanistan’ın aralarındaki sorunlara kalıcı bir çözüm kapısı aralama noktasında kararlı oldukları hissediliyor. İki ülke arasındaki ticaret hacminin artırılması, Ege Denizi’nde yaşanan göçmen krizinin ortak bir akıl çerçevesinde ele alınması, iklim krizinin ortaya çıkardığı orman yangınları gibi konularda daha sıkı işbirliği yapılması, iki ülke arasındaki turizm faaliyetlerinin daha yukarılara taşınması ve teröre karşı daha sıkı işbirliği yapılması, planlanan hedefler arasında bulunuyor. Türkiye, FETÖ, PKK ve DHKP-C gibi terör örgütleriyle mücadelesinde komşusu Yunanistan’dan daha fazla işbirliği talep ediyor. Bu talep iki ülkenin 1952’den beri NATO üyesi oldukları ve NATO’nun dönüşüm süreci bağlamında terörün her türlüsüyle mücadelenin ittifakın öncelikli hedefleri arasında yer aldığı düşünüldüğünde, oldukça anlaşılır.

Bunun yanında iki ülke dışişleri bakanı yardımcılarının ekim ayı içinde Yunanistan’da bir araya gelerek “Ortak Eylem Planı” kapsamında süreç içinde kaydedilen gelişmeleri ele almaları kararlaştırıldı.

Türkiye ve Yunanistan aynı bölgede yaşayan ve kaderleri birbirinden etkilenen iki önemli ülkedir. Orta ve uzun vadede hedeflenen kalıcı barışın ortaya çıkması her ne kadar sistemik düzeyde yaşanan jeopolitik gerginlikler ve büyük güçler arası rekabet ortamından etkilense de Ankara ve Atina’nın yapması gereken, sorunlarına “komşuluk” perspektifinden yaklaşmaları ve bölge dışı aktörlerin stratejik oyunlarının parçası olmamalıdır. Bu bilinç Türkiye’de çoktan görünür olmaya başladı. Umalım ki en kısa sürede komşumuz Yunanistan’da da görmeye başlayabiliriz.

[Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir. (AA)

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

“Zeytin Ağaçlarının Ağladığı Yer” filminin hikayesine odaklandığı Filistinli gazeteci maruz kaldığı şiddeti anlattı

Anadolu Ajansı
Yayın: 26.06.2024 16:52
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – GÜLÇİN KAZAN DÖGER – İsrail askerlerinin sert müdahalesi sonucu 2012'de felç kalan ve doktorların iyileşme ihtimali vermemesine rağmen tekrar ayağa kalkmayı başaran Filistinli gazeteci Ashira Darwish, hikayesinin anlatıldığı Where Olive Trees Weep (Zeytin Ağaçlarının Ağladığı Yer) filminin Filistinlilerin travmalarına ve mücadelesine dikkat çektiğini belirtti.

İtalyan Zaya Benazzo ile Maurizio Benazzo'nun yönetmenliğini üstlendiği ve 6 Haziran'da gösterime giren belgesel filmde, Filistinli gazeteci ve terapist Ashira Darwish’le birlikte aktivist Ahed Tamimi, İsrailli gazeteci Amira Hass ve yazar Gabor Mate’nin tanıklıklarına ve görüşlerine de yer veriliyor.

Belgeselin ana karakterlerinden olan Darwish, çocukluk yıllarından itibaren maruz kaldığı İsrail şiddetini ve bununla mücadele etmek için geliştirdiği yöntemleri AA muhabirine anlattı.

İsrail işgaline dair ilk anılarının 9 Aralık 1987'deki Birinci İntifada dönemine ait olduğunu dile getiren Darwish, “O zamanlar Filistin'e yeni dönmüştük ve ben yaklaşık 4 ya da 5 yaşındaydım. İnsanların evimizin etrafında koşuşturduğunu ve askerler tarafından kovalandığını hatırlıyorum. Anneme hep 'Dedem nerede?' gibi sorular sorardım. Çünkü bir aile istiyordum. Ailemin yarısı Ürdün'deydi ve işgal nedeniyle onları görmemize izin verilmiyordu. Yani çok küçük yaşta benden bir şeyler alındığını biliyordum.” diye konuştu.

Darwish, İsrail ile Filistin arasındaki ilk barış çabası olan 13 Eylül 1993'teki Oslo Anlaşması'na işaret ederek, şöyle devam etti:

“Oslo anlaşması imzalanmadan önce kontrol noktaları görmüyorduk. Bu kadar güçlü değildi. Sonra Oslo oldu ve hayatlarımız değişti. Artık Ramallah’tan, Batı Şeria'dan arkadaşlarımız ziyarete gelemez oldu. Her yerde kontrol noktaları vardı. Dolayısıyla, hayat bize vaat edilen barıştan ziyade, cehenneme dönüştü. İlk günden itibaren İsraillilerin bu anlaşmayı yapma amacının, etnik temizliği daha da ileriye götürmek, bizi ayırmak, bizi izole etmek ve hayatlarımızı berbat etmek olduğu açıktı.”

– “Beni yakaladılar, dövüldüm, tüm vücudum morluk içindeydi”

Birinci Oslo Anlaşması'yla gelen kısıtlamaların aktivist yönünü tetiklediğine vurgu yapan Darwish, İsrail'e karşı 2000'de başlayan ve 2005'e kadar devam eden İkinci İntifada dönemindeki protestolarda aktif rol aldığını belirterek, “Protestolarda yaptığım şey slogan atmaktı. Herkes taş atardı ama o kadar uzağı vuramayacağımı çok erken fark ettim.” dedi.

İsrail askerlerinin sert yüzüyle bu protestolarda karşılaştığını söyleyen Darwish, ilk kez 16 yaşında gözaltına alındığını kaydederek, şunları aktardı:

“Hiçbir şey yapmamıştım, beni yakaladılar, dövüldüm ve El-Meskubiyye sorgulama merkezine vardığımda, tüm vücudum morluk içindeydi. İsrail askerleri baskı yaparak, beni tokatlayarak, hapishanede ve dışarıda dövülmediğime dair imza atmamı sağlamaya çalışıyordu. Sonunda 'Tamam, ne söylememi istiyorsunuz?' dedim. 'Sokakta düştüm ve size geldim' mi? 'Tamam, sokakta düştüm.' Bu cehennem çukurundan çıkmak için ne yapabilirsem diye düşündüm. Dehşet vericiydi. Bu ilk deneyimimdi.”

– “İkinci kez El-Meskubiyye gözaltı merkezine götürülmemek için dua ediyordum”

Batı Kudüs'teki El-Meskubiyye gözaltı merkezini “korkunç” olarak nitelendiren Darwish, 4 yıl sonra tekrar gözaltına alındığını belirterek, “Askerler beni kontrol noktasına götürdüğünde, orada oturmuş dua ediyordum, 'Lütfen beni El-Meskubiyye'ye götürmeyin. Beni başka bir yere götürebilir misiniz? Lütfen beni başka bir yere götürün.' Çünkü o yere geri dönmekten gerçekten çok korkuyordum. Kontrol noktasında alındım, soyuldum, gözlerim bağlandı ve aynı Rus kampına, El-Meskubiyye’ye götürüldüm.” ifadesini kullandı.

Darwish, 3 gün boyunca karanlık bir hücrede tutulduğunu aktararak, “Hiçbir şey görmemeniz, sadece onları duymanız için size kar maskesi takıyorlardı ve sorgucuya gidene kadar itip kakıyorlardı. (El-Meskubiyye’ye) İkinci kez girdiğimde 20 yaşındaydım ve korkunçtu. Ondan sonra da yıllarca travma yaşadım. Benim gibi ayrıcalıklı bir gazetecinin bu sorgulamada neler yaşadığını hayal edebiliyorsanız, 8-9 yaşlarındaki çocuklara neler olduğunu düşünebiliyor musunuz?” diye konuştu.

– “Tekerlekli sandalyede olma fikri benim için korkunçtu”

Batı Şeria'nın Ramallah kentindeki Nabi Saleh köyünde, İsrail'in su kaynaklarına el koyması üzerine, 2012'de düzenlenen protestolara katıldığını ifade eden Darwish, “Komutanlar bizi her hafta görüyordu. Böylece bu çok kişisel bir hal aldı. Slogan atarak ivmeyi koruduğumu görebiliyorlardı. Her hafta göz yaşartıcı gaza maruz kalıyorduk, dayak yiyorduk, köyde adeta terör estiriliyordu. O köydeki tüm çocuklar ya tutuklanmış ya da yaralanmıştı.” dedi.

Darwish, 13 Mayıs 2012'nin dönüm noktası olduğunu belirterek, “Komutan bana copla vurmaya devam etti ama beni durduramadılar. Sadece onların vurduğunu kayda alıyordum. Başımda bir şal vardı ve bir asker beni şalımdan çekti diğeri de bacaklarımı bıraktı. Böylece linç edildim ve boynum kırıldı. Yaralanma süreci, bunun vücudumda felce neden olduğunu anladığım zamanki kadar travmatik değildi.” diye konuştu.

Polis şiddetiyle omuriliği yırtılan Darwish, hiçbir doktorun bir daha yürüyeceğine ihtimal vermediğini söyleyerek, “Yurtdışındaki doktorlara da belgelerimi gönderdim ama herkes 'Oh, omurilik yaralanması, iyileşmez. Kopmuş.' diyordu. Ben bunu kabul edemezdim. Kabul etmeyecektim. Tekerlekli sandalyede olma fikri benim için korkunçtu. Başka yollar aramaya başladım.” ifadesini kullandı.

– “Öfkemi bırakıp tekrar yürüyeceğimi düşündüm, dua ettim ve 3 gün içinde yürüdüm”

Darwish, bu olaydan sonra manevi bir yolculuğa çıktığının altını çizerek, “Yaptığım ilk şey Allah ile tekrar konuşmaya dönmek oldu. Bunu yıllarca kesmiştim. İlk yaptığım şey Allah'tan yardım istemek oldu ve dedim ki Allah'ım senden yardım istemek dışında yapabileceğim hiçbir şey yok, bana yardım et ve hamdolsun etti.” dedi.

Çeşitli meditasyon yollarını da araştıran Darwish, iyileşme sürecini içsel yolculuğu ile başlattığına dikkati çekerek, şunları söyledi:

“Benim için en önemli şey nefret ve öfke bariyerini yıkmaktı çünkü ne zaman oturup meditasyon yapmaya ya da şifa güçlerimi harekete geçirmeye çalışsam başıma gelenlere çok öfkeleniyordum. Bağışlamanın bir noktasına ulaştıktan sonra nefreti, öfkeyi bırakabildim. Suçu başkalarına atmaktan, bunun neden benim başıma geldiğini sormaktan vazgeçtim. Sadece meditasyon yaparak ve sonucun istediğim gibi olacağını, tekrar yürüyeceğimi düşündüm, dua ettim ve (ameliyattan sonra) üç gün içinde yürüdüm.”

– “Şimdi sıra bizdeyse, yarın sizin sıranız olabilir”

Şu anda hem çocuklar hem de yetişkinler için travma iyileştirme çalışmaları yapan Darwish, “Sanırım en büyük motivasyonum insanlar, çocuklar. Şunu söyleyebilmek istiyorum, en ağır travmayı da yaşadıysanız, bu yolun sonu değil. Asla ama asla teslim olmayın. Asla hiçbir soruna teslim olmayın.” dedi.

Darwish, İsrail'in Gazze'ye yönelik devam eden saldırılarına da değinerek, sözlerini şöyle noktaladı:

“Vurgulamam gereken asıl şey, insanların artık uyanıp, hayatlarının her dakikasını, Gazze'deki soykırımı durdurmak ve özgür Filistin için çalışmakla geçirmeleri gerektiği. İsrail'in neler yapabileceğini biliyoruz. Sadece Filistinliler için değil, aynı zamanda kendiniz için, ruhunuz için, bu dünyada var olabilmek için mücadele etmek bir insan olarak göreviniz. Şimdi sıra bizdeyse, yarın sizin sıranız olabilir. Dolayısıyla herkesin uyanma ve bu şeytani Siyonist rejimin artık varlığını sürdüremeyeceğini anlama zamanı geldi. Bu dünyada herkes için yer var.”​​​​​​​​​​​​​​