İŞLER SARPA SARARSA…!

İŞLER SARPA SARARSA…!

Yayın: 25.11.2015 08:30
Paylaş:
A+ A-

İçinde yaşadığınız ortamda kimliğinizi aramak hiç aklınıza geldi mi?
Böyle bir şeyi düşünmek herhalde sizin için çok büyük bir saçmalık olurdu.
Kent ve kimlik.
Bence önemsenmesi gereken çok önemli iki sözcük.
Kent nedir?
İnsanların sadece soluk alıp verdikleri bir mekan mıdır?
Elbette değil.!
Kent bizlerin kimliğidir.
Kendimizden bir parçadır.
O nedenle içinde yaşadığımız kentte olup bitenlerle ilgilenmek bir kimlik borcudur.
Neden cumhuriyet kenti denmiş acaba?
Cumhuriyetin bu kentte yaşantımıza kattığımız değer nedir?
Bunu Karabük’te yaşayan kaç kişi düşünmüştür acaba?
Düşünenlerin sayısının bir elin parmak sayısını geçeceğini sanıyorum.
Öyle ki 3 Nisanları yani kentin kuruluşunu anmak bile anlamını yitirmiş…
Dahası tarih çöplükte ömrünü çoktan tüketmiş.
Tarihi yeniden inşa etme çabasına girmek mümkün görünmüyor.
Hücreler kendini yenileyemiyor.
Gerçi tarih sorunu şimdilerde tüm Türkiye için aynı durumda.
Bizler bilgi kirliliği girdabında hızla kimliksizleştiriliyoruz.
Bunun acısını pek yakında hissedeceğimizi bilebile dibe dalmaya devam ediyoruz.
Önceleri Cumhuriyet Kenti Karabük idik.
Ağır sanayi kenti olarak demir ve çeliğe başkentlik yaptık.
Sonra….
Dumanlı Kentin Puslu Çocukları olduk.
Direnmeye başladık.
Direne direne ayakta kalmayı öğrendik.
Yorulduk
Emekliler Kenti olduk.
2007’de kurulan Karabük Üniversitenin renkli ışıklarına bakarak kendimize pay çıkarmaya çalıştık.
Ve Belediyenin kullandığı slogana bakarak Karabük’ün kent olmaya çalıştığına inanmak zorunda bırakıldık.!
Bunların hepsi bulunduğumuz farklı durumları yansıtıyor.
Kentin kimlik erozyonunu anlamamıza olanak sağlıyor.
Bu kadar da olmaz dedirtiyor.!
Şimdi bu ortamda ben hangi kimlikle övüneceğim.
Kenti tanımlayan asıl unsur nedir.?
Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Ortada bir kimlik karmaşası var.
Durum hiç iyi görünmüyor.
Kentteki binaların mimari özelliği de zaten bizim içinde bulunduğumuz durumu çok güzel anlatıyor.
Erken dönem Cumhuriyet dönemi yapıları Yenişehir’de bakımsızlıktan çaresizlik içinde.
Yeni yapılarda yeşil önemini yitirmiş durumda.
Beton ucubeler kenti kaplamış sözüm ona kimlik oluşturma peşinde…!
Trafik dersen hakeza öyle…
Ne diyeyim…
En iyisi ben kimlik meselesini hiç kurcalamayayım.
Kentin tarihi ile ilgili bilgileri kimselerle paylaşmayayım.
Çünkü işler sarpa sarmaya başlayacak…!

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Slow Food hareketi iyi, temiz ve adil gıda için 38 yıldır mücadele veriyor

Anadolu Ajansı
Yayın: 29.03.2024 08:48
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – YETER ADA ŞEKO – Doğal kaynakları korumayı ve temiz gıda üretimini desteklemeyi hedefleyen küresel Slow Food (Yavaş Gıda) hareketinin başkanı Edward Mukiibi iklim krizi ve israfın, gıda konusunda en fazla karşılaştıkları iki büyük sorun olduğunu söyledi.

Dünyanın en büyük gıda hareketlerinden biri olarak kabul edilen Slow Food, “iyi, temiz ve adil gıda” sloganıyla dünya üzerinde 160 ülkede faaliyetler ve farkındalık kampanyaları düzenliyor.

Hareketin çalışmaları hakkında AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Mukiibi, Slow Food'un 1986'da İtalya'da doğduğunu ve 38 yıldır devam eden serüvenlerinde dünyanın her köşesinden çok sayıda insana ulaştıklarını kaydetti.

Su başta olmak üzere doğal kaynakların ve biyoçeşitliliğin korunması hedefini faaliyetlerinin merkezine aldıklarını belirten Mukiibi, daha iyi bir dünya için çalıştıklarını ve bunu da çevreye ve insana zararı olmayan gıdaların üretimini teşvik ederek, aynı zamanda sorumlu tüketim ve sorumlu üretim bilincini aşılamaya çalışarak gerçekleştirdiklerini ifade etti.

Slow Food ağı içerisinde çiftçilerden şeflere, öğrencilerden aktivistlere, devletlerden uluslararası organizasyonlara kadar gıda konusunda harekete geçmek isteyen milyonlarca kişiyle çok sayıda kurum ve kuruluşun yer aldığını bildiren Mukiibi, “Sadece maddi olarak destekleyen 100 binden fazla üyemiz var. Ama bu herkesin maddi olarak katkıda bulunmak zorunda olduğu anlamına gelmiyor. Aslında paranın satın alabileceğinden çok daha fazlasını yapan topluluklar var. Buna biyoçeşitliliği koruyan yerel toplulukları örnek gösterebiliriz.” dedi.

Edward Mukiibi, hareketin sadece gıda ürünlerini değil gıdanın getirdiği kültürü de korumaya çalıştığını, bu nedenle gıdanın nasıl tüketildiği, hangi tekniklerle pişirildiği ya da nasıl korunduğu üzerine de çalışmalar yürüttüklerini aktardı.

– Nuh'un Gemisi Projesi

Yok olma tehlikesi altında bulunan bitkisel ve hayvansal ürünleri çevrim içi katalogda bir araya getirdikleri “Nuh'un Gemisi” projesine değinen Mukiibi, “Bu katalogda yalnızca bilimsel veriler bulunmuyor. Kültürel, organoleptik, geleneksel bilgilerle ürünlerin hazırlanması sırasında kullanılan teknikler ve bölgeyle olan bağları da yer alıyor.” diye konuştu.

Proje kapsamında bugüne kadar dünyanın her yerinden 5 bin 300 ürünü korumaya çalıştıklarını dile getiren Mukiibi, şöyle devam etti:

“Bu projede büyük tufan yaşandığında türleri yok olmaktan kurtaran Nuh’un Gemisi'nden esinlendik. Aslında bugün de yine o büyük tufan genetik, kültürel ve geleneksel erozyonla burada. Günümüzde yerel ve geleneksel gıdalar gen aktarımı, gen korsanlığı gibi çeşitli problemle karşı karşıya. Slow Food hareketi ise gıda kültürümüzü korumaya çalışıyor.”

Proje dahilindeki türleri kendi coğrafyalarında korumaya çalıştıklarının altını çizen Mukiibi, iklim değişikliği sonucu artık beslemesi ekonomik olarak tercih edilmeyen, bu nedenle de popülasyonları giderek azalan hayvanları çeşitli teşvikler ve projelerle yeniden tercih edilebilir hale getirdiklerini, bitkiler konusunda ise özelikle yerel gruplar arasında tohum bankaları oluşturduklarını ve tohumların kullanılması için çeşitli ağlar geliştirdiklerini anlattı.

“Afrika’nın Bahçeleri” adlı bir diğer projelerinde, kıtada giderek yaygınlaşan endüstriyel gıda üretimine karşı bir alternatif oluşturmaya çalıştıklarından bahseden Mukiibi, şunları söyledi:

“Afrika’nın geleneksel gıda üretim yöntemlerini korumak istiyoruz. Bunu gerçekleştirmek için yerel toplulukları agroekolojik yöntemler çerçevesinde tarım yapmaya teşvik ediyor, konu üzerine eğitim programları düzenliyor, gruplar arasında koordinasyon kurarak bilgi aktarımı sağlıyoruz. Proje 2010 yılında Uganda, Kenya ve Tanzanya'daki birkaç bahçeyle başladı. Bugün Afrika kıtasının çeşitli yerlerinde 5 binin üzerinde bahçe oluşturulmuş durumda. Sosyal medyada her gün yeni bir katılımcının daha kendi bahçesini açtığını görüyoruz.”

– “Üretimde iklim değişikliği, tüketimde israf en büyük sorunlar”

Tüm projelerinde üretim süreçlerinde karşılaştıkları en büyük problemin iklim değişikliği olduğunu ifade eden Mukiibi, özelikle sıcak hava dalgaları, ani yağışlar sonucu yaşanan sel felaketleri gibi aşırı hava olaylarının gıda üretimini zorlaştırdığını vurguladı.

Mukiibi, “Tüm bu yaşananlar gıdaya erişimimizi, gıda güvenliğimizi ve bizim açımızdan yağmuru merkeze almış tarım sistemimizi etkileyecek. İklim kriziyle mücadelede geniş kapsamlı iklim değişikliği adaptasyon çalışmaları yürütüyoruz.” ifadelerini kullandı.

Tüketim noktasında karşılaştıkları en büyük problemin ise gıda israfı olduğu bilgisini paylaşan Mukiibi, “Küresel gıda üretiminin neredeyse yarısı tabağımıza ulaşamadan israf ediliyor. Bununla birlikte enerji, kaynak, çiftçilerin o ürünleri üretirken harcadıkları zaman da israf edilmiş olunuyor yani gıda israfı tabağımızın çok ötesinde. Çünkü bir ürün yetiştirirken çok fazla su kullanıyorsunuz, topraktan çok fazla besin maddesi alıyorsunuz. Bunların hepsi israf ediliyor. Gıdaya yapabileceğiniz en büyük saygısızlık onu israf etmek. Ayrıca gıda israfı, doğaya da bir saygısızlık.” değerlendirmesini yaptı.

Özelikle gençlerin önlerine gelen tabağın hikayesini bilmediğine ve daha çok israf ettiğine dikkati çeken Mukiibi, Slow Food olarak bu farkındalığın kazandırılması için her yıl Nisan ayını “gıda israfı ile mücadele ayı” olarak belirlediklerini sözlerine ekledi.