“Karabük” Adının Anlamı Üzerine…!

“Karabük” Adının Anlamı Üzerine…!

Yayın: 11.07.2015 08:50
Paylaş:
A+ A-

Karabük adına araştırma yapanlar “Karabük” adının menşei üzerine mutlaka görüş belirtmiştir.
Karabük adını tartışmaya açan ilk kişi merhum Prof.Dr. Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu’dur.
O’nun “Kuruluşunun XXV.Yılında Karabük ,1937-1962 “ adlı kitabı bizim açımızdan tartışmasız, çok büyük bir öneme sahiptir.
Karabük adı hakkında görüş belirten araştırmacılar,bu satırların yazarı da dahil hep onun ön görülerinden yola çıkarak görüş belirtmek zorunda kalmışızdır.
Böyle bir toponomik çalışmada farklı görüş belirten tek araştırmacı rahmetli hocamız Hulusi Yazıcıoğlu olmuştur.
Kendisi,1982 ve 2001 yıllarında Safranbolu tarihine ilişkin yayımladığı iki kitapta, 1547 tarihli tapu tahrir defterinden yola çıkarak Adana Yüreğir’de Karabük adını taşıyan bir Türkmen topluluğuna rastlanmış olduğunu bahisle adın muhtemelen buradan gelebileceğini iddia etmiştir.
Türkiye’de Meskun Yerler Klavuzunun ikinci cildinin 597.sayfasında da gerçekten Türkiye’de 13 yer adı “Karabük” biçiminde geçmesi merhum Yazıcıoğlu’nun iddiasını kuvvetlendirmektedir.
Ben Karabük 1999 İl yıllığını hazırlarken Taşköprü ile Boyabat arasında Karabük Köprüsü diye bir köprüden de bahsetmiştim.
Açıklamalar bu yönde olmakla birlikte…!
Dediğim gibi Karabük adını şimdiye kadar söylenmiş çok tez var.
En önemlilerinden birisini burada sizlerle paylaştım.
Bugünlerde sosyal medyada Karabük ve Safranbolu ile ilgili ilginç birçok paylaşım gerçekleştirdim.
Karabük ve Safranbolu adına yapılmış birçok kitabın adını verdim.
İşte bu çalışmalarım sırasında iki kitabı yeniden inceleme/okuma fırsatım oldu.
Bunlardan ilki araştırmacı-yazar Sayın Aytekin Kuş’un o muhteşem,belgelerle dolu kitabı…
Belediye Başkanı Gadartalıoğlu Osman Akın’ın Özel Arşivinden Bir Zamanlar Safranbolu (1931-1946) adını taşıyor.(Baskı tarihi Mayıs 2009)
Bir diğeri de Safranbolu Belediyesi eski başkanlarından, herkesin yakından çok iyi tanıdığı iki dönem Safranbolu Belediye Başkanlığı yapmış,çok değerli büyüğümüz Sayın Kızıltan Ulukavak’ın,Bir Safranbolulunun Penceresinden Safranbolu (Gözlemler,Derlemeler,Denemeler) adını taşıyan o mükemmel kitabı… (Ankara 2007)
Sayın Ulukavak bu eserinde Karabük adı ile ilgili olarak kim ne söylemişse bir araya getirmiş ve kendi kritiğini yapmış…!
Şimdi buradan nereye gelmek istiyorum.
Bu iki kitapta da Ulus Belediye eski Başkanlarından Nuri Gençtürk’ün konuya ilişkin bir yazısına yer verilmiş.
Yazı Bartın Gazetesinde 25 Ekim 1945’de yayımlanmış.
Yazının konusu Safranbolu ilçe merkezinin Karabük’e taşınmasıyla ilgili…
Nuri Gençtürk bu nedenle yazısının başlığını;”Safranbolu mu,Karabük mü…Şüphesiz Karabük değil Safranbolu” koymuş…
O yazının bir yerinde Nuri Gençtürk şöyle bir görüşe yer veriyor ki bu bilgi iyi yorumlandığında -ki ben öyle düşünüyorum- Karabük adının menşei kendiliğinden ortaya çıkıyor ve tartışmaya mahal bırakmıyor.
Şimdi bu yazının konumuzla ilgili kısmına bir göz atalım isterseniz.:
“…Fabrikaların bulunduğu saha Karabük,Ötebük,Günbük isimlerini taşır.
Buraları 1936’dan önce pirinç tarlalarından ibaretti ve ünlü Safranbolu pirinçlerinin önemli bir kısmı buralardan istihsal edilirdi.
Karabük havasının bozukluğu başlıca buradan gelir.”
Karabük adının toponomisiyle ilgili çok önemli ip uçları burada merhum Gençtürk’ün yazısında bizlere sunulmuş olmaktadır.
Karabük adı” çeltik tarlalarından” gelmektedir.
Çeltik tarlası ; üretimle meşgul olan kişiler tarafından güneşin geliş yönüne göre;KARA,GÜN ve ÖTE gibi adlarla anılmıştır.
Böyle olunca da;Kara-bük,Gün-bük ve Öte-bük deyişleri kendiliğinden ortaya çıkıvermiştir.
Türk insanının tabiatı gözlem gücü böyle bir adlandırmada çok önemli bir rol üstlenmiş görünmektedir.
Demek ki eskiden Safranbolu’da çok önemli boyutta pirinç üretimi söz konusu…
Aynı Tosya,Boyabat,Osmancık pirinçleri gibi…
Karabük Demir Çelik Fabrikasının temellerinin atılmasıyla Safranbolu bu özelliğini kaybetmiş…
Dikkat ederseniz bir de merhum Gençtürk’ün yazısında Karabük’ün hava sorunu üzerinde durulmuş…
Çeltik üretimi nedeniyle Karabük’ün havası o zaman da bozukmuş…
Ne kadar ilginç değil mi?

Yorumlar

  1. Hüseyin Ersoy

    Sayın Hür hocam, selam ve saygılarımı sunarım..sizler başta olmak üzere bu memleket için kalem oynatmış herkesten Allah razı olsun. Merhum H. Yazıcıoğlu abimizin de ruhu şad olsun..Karabük adının kaynağı başlıklı hem eserimde hem brtv.com.tr’de acizane dile getirmeye çalıştığım yazıyı sanırım okumuşsunuzdur. Merhumun; 1547 tarihli tapu tahrir defterinden yola çıkarak Adana Yüreğir’de Karabük adını taşıyan bir Türkmen topluluğu’ konusu için ilgili defterleri taradım… İlgili yazımı bir daha okuyacağınız ümidiyle size, ailenize, Gazeteye ve Karabük’e Macaristan’dan selamlarımı sunarım.

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Slow Food hareketi iyi, temiz ve adil gıda için 38 yıldır mücadele veriyor

Anadolu Ajansı
Yayın: 29.03.2024 08:48
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – YETER ADA ŞEKO – Doğal kaynakları korumayı ve temiz gıda üretimini desteklemeyi hedefleyen küresel Slow Food (Yavaş Gıda) hareketinin başkanı Edward Mukiibi iklim krizi ve israfın, gıda konusunda en fazla karşılaştıkları iki büyük sorun olduğunu söyledi.

Dünyanın en büyük gıda hareketlerinden biri olarak kabul edilen Slow Food, “iyi, temiz ve adil gıda” sloganıyla dünya üzerinde 160 ülkede faaliyetler ve farkındalık kampanyaları düzenliyor.

Hareketin çalışmaları hakkında AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Mukiibi, Slow Food'un 1986'da İtalya'da doğduğunu ve 38 yıldır devam eden serüvenlerinde dünyanın her köşesinden çok sayıda insana ulaştıklarını kaydetti.

Su başta olmak üzere doğal kaynakların ve biyoçeşitliliğin korunması hedefini faaliyetlerinin merkezine aldıklarını belirten Mukiibi, daha iyi bir dünya için çalıştıklarını ve bunu da çevreye ve insana zararı olmayan gıdaların üretimini teşvik ederek, aynı zamanda sorumlu tüketim ve sorumlu üretim bilincini aşılamaya çalışarak gerçekleştirdiklerini ifade etti.

Slow Food ağı içerisinde çiftçilerden şeflere, öğrencilerden aktivistlere, devletlerden uluslararası organizasyonlara kadar gıda konusunda harekete geçmek isteyen milyonlarca kişiyle çok sayıda kurum ve kuruluşun yer aldığını bildiren Mukiibi, “Sadece maddi olarak destekleyen 100 binden fazla üyemiz var. Ama bu herkesin maddi olarak katkıda bulunmak zorunda olduğu anlamına gelmiyor. Aslında paranın satın alabileceğinden çok daha fazlasını yapan topluluklar var. Buna biyoçeşitliliği koruyan yerel toplulukları örnek gösterebiliriz.” dedi.

Edward Mukiibi, hareketin sadece gıda ürünlerini değil gıdanın getirdiği kültürü de korumaya çalıştığını, bu nedenle gıdanın nasıl tüketildiği, hangi tekniklerle pişirildiği ya da nasıl korunduğu üzerine de çalışmalar yürüttüklerini aktardı.

– Nuh'un Gemisi Projesi

Yok olma tehlikesi altında bulunan bitkisel ve hayvansal ürünleri çevrim içi katalogda bir araya getirdikleri “Nuh'un Gemisi” projesine değinen Mukiibi, “Bu katalogda yalnızca bilimsel veriler bulunmuyor. Kültürel, organoleptik, geleneksel bilgilerle ürünlerin hazırlanması sırasında kullanılan teknikler ve bölgeyle olan bağları da yer alıyor.” diye konuştu.

Proje kapsamında bugüne kadar dünyanın her yerinden 5 bin 300 ürünü korumaya çalıştıklarını dile getiren Mukiibi, şöyle devam etti:

“Bu projede büyük tufan yaşandığında türleri yok olmaktan kurtaran Nuh’un Gemisi'nden esinlendik. Aslında bugün de yine o büyük tufan genetik, kültürel ve geleneksel erozyonla burada. Günümüzde yerel ve geleneksel gıdalar gen aktarımı, gen korsanlığı gibi çeşitli problemle karşı karşıya. Slow Food hareketi ise gıda kültürümüzü korumaya çalışıyor.”

Proje dahilindeki türleri kendi coğrafyalarında korumaya çalıştıklarının altını çizen Mukiibi, iklim değişikliği sonucu artık beslemesi ekonomik olarak tercih edilmeyen, bu nedenle de popülasyonları giderek azalan hayvanları çeşitli teşvikler ve projelerle yeniden tercih edilebilir hale getirdiklerini, bitkiler konusunda ise özelikle yerel gruplar arasında tohum bankaları oluşturduklarını ve tohumların kullanılması için çeşitli ağlar geliştirdiklerini anlattı.

“Afrika’nın Bahçeleri” adlı bir diğer projelerinde, kıtada giderek yaygınlaşan endüstriyel gıda üretimine karşı bir alternatif oluşturmaya çalıştıklarından bahseden Mukiibi, şunları söyledi:

“Afrika’nın geleneksel gıda üretim yöntemlerini korumak istiyoruz. Bunu gerçekleştirmek için yerel toplulukları agroekolojik yöntemler çerçevesinde tarım yapmaya teşvik ediyor, konu üzerine eğitim programları düzenliyor, gruplar arasında koordinasyon kurarak bilgi aktarımı sağlıyoruz. Proje 2010 yılında Uganda, Kenya ve Tanzanya'daki birkaç bahçeyle başladı. Bugün Afrika kıtasının çeşitli yerlerinde 5 binin üzerinde bahçe oluşturulmuş durumda. Sosyal medyada her gün yeni bir katılımcının daha kendi bahçesini açtığını görüyoruz.”

– “Üretimde iklim değişikliği, tüketimde israf en büyük sorunlar”

Tüm projelerinde üretim süreçlerinde karşılaştıkları en büyük problemin iklim değişikliği olduğunu ifade eden Mukiibi, özelikle sıcak hava dalgaları, ani yağışlar sonucu yaşanan sel felaketleri gibi aşırı hava olaylarının gıda üretimini zorlaştırdığını vurguladı.

Mukiibi, “Tüm bu yaşananlar gıdaya erişimimizi, gıda güvenliğimizi ve bizim açımızdan yağmuru merkeze almış tarım sistemimizi etkileyecek. İklim kriziyle mücadelede geniş kapsamlı iklim değişikliği adaptasyon çalışmaları yürütüyoruz.” ifadelerini kullandı.

Tüketim noktasında karşılaştıkları en büyük problemin ise gıda israfı olduğu bilgisini paylaşan Mukiibi, “Küresel gıda üretiminin neredeyse yarısı tabağımıza ulaşamadan israf ediliyor. Bununla birlikte enerji, kaynak, çiftçilerin o ürünleri üretirken harcadıkları zaman da israf edilmiş olunuyor yani gıda israfı tabağımızın çok ötesinde. Çünkü bir ürün yetiştirirken çok fazla su kullanıyorsunuz, topraktan çok fazla besin maddesi alıyorsunuz. Bunların hepsi israf ediliyor. Gıdaya yapabileceğiniz en büyük saygısızlık onu israf etmek. Ayrıca gıda israfı, doğaya da bir saygısızlık.” değerlendirmesini yaptı.

Özelikle gençlerin önlerine gelen tabağın hikayesini bilmediğine ve daha çok israf ettiğine dikkati çeken Mukiibi, Slow Food olarak bu farkındalığın kazandırılması için her yıl Nisan ayını “gıda israfı ile mücadele ayı” olarak belirlediklerini sözlerine ekledi.