Küreselleşmenin günümüzde getirdiği en önemli dayatma tüketim çılgınlığı baygınlığıdır. Çünkü küresel şirketler böyle emrediyor. Türkiye’de üretim ve tüketim arasında denge gerçekten bozulmuş durumda. Şehirleşme oranımız %78’ leri bulmuş… Türkiye nüfusunun %22’si köylerde. Kırsal kesimden şehirlere büyük bir göç var. Bunun neden olduğu betonlaşma kentlerin en büyük düşmanı. Şehirlerde mekanlar taşlaşma süreci yaşarken yaşam alanlarının yüzölçümü daralıyor. O’na bağlı olarak da kirlilik ortaya çıkıyor, Burada merak konusu olan hususiyet şu… Acaba şehirlerde binalar bir planlamanın sonucu mu olarak yapılıyor.? Bunların denetimi yapılıyor mu? Pekala… Yapılmazsa ne olur? Kentleşme süreci ucubeye dönüşür. Estetik kaybolur. Maneviyat dumura uğrar. İnsanlar mekanlarda yaşam kalitelerini kaybederler. Küreselleşmenin dayattığı birinci olumsuz durum bu. İkincisi ne derseniz onu da anlatalım… Tüketim çılgınlığı… İnsanların zevklerine uygun olmayan ürünleri de tüketmeye alıştırılmaları. Diyeceksiniz ki burada anormal bir durum yok. İnsanlar kente geldiyse kazancının bir bölümünü tüketime ayıracak. Doğru… Pekala tükettiğimiz ürünlerin özelliklerini biliyor muyuz? Hayır.? Bu konuda günümüzde birçok sakıncalar dile getiriliyor. Genetik yapısı değişikliğe uğratılmış hormonlu yiyecekleri tüketmenin zararları tartışılıyor. Bu tüketim şekli normal mi? Hastalıkları artırır mı? Çevreyi kirletir mi? Demek ki sadece mesele üretim ile tüketim arasındaki dengenin bozulması değilmiş. Sorun,bu küresel tüketimin insan sağlığına zarar vermesi… Dikkat edilmesi gereken husus bu… Pekala bu noktaya dikkat ediyor muyuz.? Hayır… Peki biz neye dikkat ediyoruz. Sadece tüketmeye… Bu fütursuz tüketimin sonuçlarını sağlıklı yaşam açısından irdeleyen var mı? Yok… Bizim yaşam ilkemiz ne… “Böyle gelmiş böyle gider.” Yok öyle değil… “Atın ölümü arpadan olsun” Eee… Zihniyet bu olunca söylenecek söz kalmıyor tabi… O zaman… Küresel sermayeye selam.! Tüketmeye devam.! Ama nereye kadar.!