Batı’daki yemek kültürünün kökenleri sömürge dönemindeki köle ticaretine uzanıyor

Batı’daki yemek kültürünün kökenleri sömürge dönemindeki köle ticaretine uzanıyor

Anadolu Ajansı
Yayın: 08.06.2024 08:45
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – HALİL İBRAHİM MEDET – Sömürgecilik döneminde Afrika'dan Amerika ve Avrupa kıtalarına getirilen kölelerin taşıdığı sebze-meyve tohumları, Batı ülkelerindeki farklı mutfakların gelişimine önemli katkılarda bulundu.

İstanbul Gelişim Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Doğan, AA muhabirine, Batı'daki yeme içme alışkanlığının dönüşümünü anlattı.

Doğan, Batı'da 15. ve 16. yüzyıllarda yağlı ve şekerli gıdalara dayalı sağlıksız bir beslenme alışkanlığı olmasına karşın Afrika'dan getirilen kölelerin bu alışkanlıkları olumlu yönde değiştirdiğinden bahsederek, “Aynı dönemde Afrikalı kölelere bakıldığında onlar sebze ağırlıklı besleniyorlardı. Bamya, yeşillikler, tatlı patates ve sorgun bitkisi gibi gıdaları tüketiyorlardı. Bu malzemeleri ve pişirme tekniklerini efendilerinin damak tadıyla harmanlayarak hem kölelerin hem de sahiplerinin mutlu olacağı bir yemek şekli ortaya çıkardılar.” dedi.

Bugün tüm dünyada yaygın olarak tüketilen ve mutfağın temel malzemeleri olarak görülen pek çok bitkinin köle ticareti ile kıtalar arasında taşındığına işaret eden Doğan, bamya, acı biber, şeker kamışı, tatlı patates ve domatesin bu bitkilere örnek teşkil ettiğini söyledi.

Doğan, kölelerin kıtalar arasında bir meta olarak alınıp-satıldığı dönemlerde gittikleri yerlere bazı bitki tohumlarını da yanlarında götürmeyi başardığını ifade ederek, “Afrikalı köleler başlangıçta o plantasyon dediğimiz, entegre tesis dediğimiz yerlerde ve çiftliklerde çalışmaya başlıyorlar. Sonra mutfaklarda yükseliyorlar ve mutfakların aşçıları oluyorlar. Bildikleri teknikler var, yöntemler var, kullandıkları malzemeler var. Bunlarla hem efendilerine hem de köle arkadaşlarına yemek pişiriyorlar.” diye konuştu.

– Kölelik hem “toplumsal ölüm” hem de “toplumsal etkileşim”

Sosyal bilimcilerin büyük bir kısmının köleliği “toplumsal ölüm” olarak nitelendirdiğini ve bunun haklı ama eksik bir değerlendirme biçimi olduğunu belirten Doğan, köleliğin farklı kültür ve topluluklar arasında iki tarafı da etkileyen bir etkileşim biçimi niteliği de taşıdığını ifade etti.

Doğan, 15. ve 19.yy. arasında etkinliğini sürdüren transatlantik köle ticareti kapsamında milyonlarca Afrikalı kölenin gemilerle özellikle Güney Amerika'ya taşındığı ve bu seferde başta can kayıpları olmak üzere çok trajik olayların yaşandığına değinerek, “Farklı kaynaklar bu dönemde, 10 milyon ila 30 milyon arasında değişen sayıda kölenin taşındığını bildiriyor. Taşınan kölelerin yaklaşık yüzde 20'si yolculuk esnasında can verdi. Bütün bunlara rağmen yine de işin bir karşılıklı etkileşim boyutu da bulunuyor.” görüşünü paylaştı.

Efendi ve köle arasındaki karşılıklı etkileşimde kölelerin her zaman etkilenen tarafta olmadığını ve daha iyi oldukları bazı yönleriyle efendilerini etkilemeyi başardıklarını bildiren Doğan, kölelerin efendilerini etkilemesinin birinci ve en temel bulgusunun Batılıların o dönemki sağlıksız beslenme alışkanlıklarını düzeltmesi olduğunu kaydetti.

– Adaletsizlik, eşitsizlik ve paradokslar halen devam ediyor

Doğan, köle ticareti kapsamında taşınan malzemelerin başta Avrupa, Amerika ve Afrika kıtaları arasında yer değiştirmeyle sonuçlandığını daha sonra bütün dünyaya belli başlı malzemelerin yayıldığına işaret ederek, bizim bugün mutfakta kullandığımız temel malzemelerin geçmişte bulunmaması nedeniyle geçmişte bu coğrafyada pişirilen ürünleri bugün denesek garipseyebileceğimize dikkat çekti.

Bugün mutfağın en temel malzemeleri arasında yer alan domatesin Amerika kıtasından Avrupa'ya ilk taşındığında bir saksı bitkisi olarak taşındığını ve tüketimine sonradan başlandığı bilgisini paylaşarak, domates salçasının olmadığı dönemlerde Türk mutfağında ise ekşi tat vermek amacıyla erik ekşisi gibi ürünler kullanıldığını dile getirdi.

Doğan, kölelik kalksa da adaletsizliğin, eşitsizliğin ve paradoksların geçmişte olduğu gibi günümüz dünyasında da olduğuna işaret ederek, sözlerini şu şekilde tamamladı:

“Bir tarafta obeziteden doğan sağlık sorunları için milyonlarca dolar harcanıyor. Diğer yandan Afrika'da çocuklar açlıktan, kıtlıktan dolayı ölüyor. Bir taraf yağlı yemekler ve fazla yemek tükettiği için sağlık sorunları yaşarken diğer taraf yemek bulamadığı için sağlık sorunları yaşıyor.”

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

BİR MÜTEREDDİT DÜNYAMIZ

Yayın: 04.07.2024 10:23
Paylaş:
A+ A-

BİR MÜTEREDDİT DÜNYAMIZ

Yaz aylarına, tatile girmeden başladığım kitaplardan birkaçı Peyami Safa’ya aitti. Onun “Eğitim, Gençlik, Üniversite” başlıklı kitabından çok faydalandım. Hatta bu kitapta Peyami Amca’yla fikirlerimizin azami derecede uyuştuğunu ve derdime tercüman olduğunu da söylemem gerek. Yeni Maarif Modelimizin değerlendirilmesi sürecinde bu kitabın elime geçmesi de tesadüf değildir diye düşünüyorum.

Hiç tereddüt etmeden, Ötüken Yayınları’nın güzel indiriminden aldığım diğer kitaplardan biri de Cengiz Aytmatov’un Toprak Ana’sıydı. Toprak Ana’yı bitiremediğimi itiraf ediyorum ama sırada o var. Toprak Ana’da iki ana var biliyorsunuz: birincisi bildiğimiz Toprak Ana, diğeri Tolganay Ana. Romanında savaş zamanında insanların yaşadığı sıkıntıları, cephede kaybedilenlere acıları ve ayrılıkları anlatıyor Aytmatov.

Bitirdiğim ikinci Peyami Safa kitabı ise “Bir Tereddüdün Romanı” idi. Romanda muharrire ek olarak iki kadın karakter de yer almakta. Birincisi, bir kitabı yer yer okuyan Mualla. İkincisi ise, adının gerçek olup olmadığı bile tereddütte olan Vildan. Bu kadın karakterlerin yolu bir şekilde yine adı verilmeyen yazarla kesişiyor. Peyami Safa’nın karakterlerinpsikolojik tahlillerini ne kadar ustaca göz önüne serdiğini romanında görüyorsunuz. Özellikle İtalya’dan çıkıp gelen, hayatı ve duygularını uçlarda yaşayan Vildan’ın bana, Sebahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sını hatırlattığını ya da çağrıştırdığını söylemeliyim.

Bir Tereddüdün Romanını bitirdikten hemen sonra,Haziran’ın25’inde Safranbolu Belediyesi’nin Leyla Dizdar Kültür Merkezi’nde gösterilen “Kadınlar, Filler ve Saireler” isimli tiyatrosunu izledim. Fazla spoiler vermeden oyunda üç kadın karakter olduğunu belirtmeliyim. Hatta “evlilik” mevhumu kapsamında mağduru oynayan kadın karakterlerin birbirinden habersiz ortak rüyalarına bile girdiklerini görüyorsunuz. Devlet Tiyatroları’nın bir eseri olan oyunda salon hınca hınç doluydu.Bu tür etkinliklerin Safranbolu’muzun vizyonuna ve kültürüne olumlu katkılar sağladığı göz ardı edilemez elbette.

Tiyatro sonrası eve dönerken minibüste oturan bir yaşlı çift gördüm. Gerek giyimleri gerek birbirleriyle iletişimleri olsun hiç de bu dünyadanmış gibi görünmüyorlardı.Uzun bir yaşamı paylaştıkları her hallerinden belli olan bu çift bambaşka bir dünyanmış hissi verdiler bana. Belki de uzun zamandır gidemediğim bir tiyatro oyunun hâlâ etkisindeydim.

Gelelim yaşlı ve yalnız dünyamıza. Küresel ve bölgesel çapta savaşların, istilâların, kıyımların, soykırımların ve sonuç olarak ölümlerin devam ettiği bir dünyanın içinde yaşamıyor muyuz? Hiç tereddüt edilmeden insanların canına saldırılıyor kaç aylardır.

Sonuç olarak acaba, Dünyamızmikro düzeyde kendi ekseni etrafında dönmektenve makro düzeyde Güneş’in etrafında salınmaktan ne zaman tereddüt gösterecek onu belki bizler görmeyeceğiz.

Satılmış Ümit ÇETİNKAYA

27.06.2024

Karabük