“Eğer insanlar ölümsüz olsalardı neler yaşarlardı ve dahi bu dünya nasıl bir yer olurdu?” diye biraz düşündüğümüzde, bariz bir şekilde kafamız allak bullak oluveriyor.
İnsanın yaşaması için gerekli ortamı bu dünyada doğduğumuzda hazır halde buluyoruz. O ortam; sıcak bir aile yuvası, bir barınak, alıp verebileceğimiz bir nefes, sağlıklı bir beden için temiz ve dengeli bir beslenme, talim ve terbiye için kaliteli bir okul, ekonomik bağımsızlığı sağlayacak ve sevilerek yapılacak bir iş ortamı, kendisinde huzur bulunacak, hastalıkta ve sağlıkta destek alınacak ve destek verilecek, geleceğe hayırlı evlat bırakılacak bir eş sahibi olma, yaşlılıkta huzuru evde bulacak bir şanslılık olabilir.
Bakınız fiziki nedenlerden çok psikolojik bahislerden konu açmış bulunmaktayım. Yukarıdaki değinmelerden bir ya da bazısı hayattayken tökezlemeye başladığında insanın dünyası ya hızlıca dönmeye ya da çok yavaşlamaya başlayabilir, dışarıdaki dünyada hayat akıp giderken.
İnsanın bir günü diğer gününü tutmaz. Çeşitli ve çetrefilli imtihanlarla sınanmakta ve buna sabır gösterip gösteremeyeceği hususunda denenmektedir. Demek ki bu dünya; çeşitli zorlukların, haksızlıkların, adaletsizliklerin, tufanların, bazen kasırgaların, soğuğun ve de sıcağın dünyasıdır. Bu dünya; ayrılıkların, ihanetlerin, çekememezliklerin, iftiraların ve savaşların dünyasıdır.
Yarın ne olacağını bilmediğimizi bırakın; dünyaya bizi kimin getireceğini, hangi coğrafyada doğacağımızı, hangi dili konuşacağımızı, kardeşlerimizi bile seçemediğimiz bir dünya burası.
Sevindirici olan da belki şudur: Bu dünya bir tarladır. Bu tarlaya ne ekip ne biçeceğimiz bize bağlıdır. Daha önce tarlada ne yetiştirip ne biçenleri araştırıp bulmak da elbette bizim vazifemizdir. İyiliği arayıp bulmak bize düşen bir görevdir.
O zaman gerçek vatan burası değildir. Sınırlı vatandan sınırsız vatana göç edip geri dönmeyenleri görüp de bu dünya bize sonsuz tahsis edilmiş bir emanetmiş gibi davranmak biraz saflık olmuyor mu acaba. “Vatanını en çok seven; görevini en iyi yapandır.” sözünü biraz genişletelim isterseniz. Vatan neresi? Memleket neresi? Görev nedir? Vazife ne?
Ölümün ne zaman geleceği ve insanın ne vakit dar’ul-bekaya göçeceği de bir muamma. Yarına senedimiz yok. Vakti belli olmayan bir şeye hazır olmak da onu çokça düşünüp çokça tahayyül etmekle mümkün olabilir belki. Çünkü insanlar nasıl yaşarlarsa öyle ölürler. Nasıl ölürlerse öyle dirilirler.
Yaşayan her canlı gibi her insan da ölümü tadacaktır. Ölüm faslı, aslı itibariyle yok olmak olmadığından sadırlarımıza biraz olsun şifa oluyor bu, bir ab-ı hayat içmiş gibi.
Bir gün ölmek için her gün yaşamıyor muyuz? Bilmediğimiz belli bir süre bu dünyada yaşıyor, yine bu dünyada ölmüyor muyuz?Belli ki; başka bir dünyanın sonsuzluğuna uçuyoruz.
Eğer insanlarölmeselerdi, yine böyle bir dünyada yaşar,yine böyle bir dünyada ölürlerdi;bir yerlerde sonsuz yaşamak için.