Müslüm Baba’nın filminde geçen çarpıcı ve vurucu bir cümle vardır. Replik; Müslüm Akbaş’ın bağlama hocası, usta oyuncu Erkan Can’ın canlandırdığı Limoncu Ali’nindir. Der ki: “Kaçtığın için mi geldin, yoksa kovaladığın için mi?” Oysa Küçük Müslüm, babasından kaçmaktadır ve müsait bulduğu bu mekâna fütursuzca dalmıştır. Uzun uzadıya düşününce bu kelimelerin, rikkatli, derin manalar ifade ettiği sonucuna varabiliyor insan. Aynı filmde şu da geçer: “Dil söyler kulak dinler; kalp söyler kâinat dinler.” Yunusumuzun deyimiyle. Hadi biraz, biz öğretmenlerin derslerimizde yaptığımız gibi, beyin fırtınası yapalım. Kaçan bir kişiyi tespit etmek zor değildir. Kovalayanın önünde biri varsa, hele de kovalanan iki de bir arkasına bakıp hızlanıyor ya da yavaşlıyorsa arkadaki onu kovalıyor demektir. Aynı olaya, kaçan açısından baktığımızda; arkadaki şahıs öndekine: “ Dur, kaçma! Seni yakalayacağım. Benden kurtulamazsın” diyerek hele de yüksek sesle bağırıyorsa, kaçan yakalandığında “yaka paça” edilecek demektir. Şimdi olaya beynimizin başka bir tarafından bakalım. “1.yi geçen kaçıncı olur?” 2. olur diyenler olabilse de 1.yi geçen 1. olur elbette. Bu gerçeği değiştiremeyiz işin içine matematik girince. Birinciyi kovalıyorsan eğer, ondan daha hızlı olmalısın ki; birinciliği ona kaptırmayasın. Bakınız; işin içine rekabet ya da bir müsabaka havası girince, nasıl da “kaçmak ve kovalamak” yerini bambaşka bir güzelliğe bırakıyor. İzlemiş olanlarınız bilir: Mecid Mecidi’nin çektiği 1997 yılı yapımı “Cennetin Çocukları” isimli filmde iki kardeş vardır: Mir Farrokh Hashemian’ın canlandırdığı abi karakteri, kız kardeşinin ayakkabısı kaybolunca ayakkabılarını onunla paylaşmak zorunda kalır. Aslında film sadece bir çift ayakkabı perspektifinde ilerler. İlerleyen senaryoda, bir koşu müsabakası tertip edilir ve Ağabey Ali yarışmaya katılır. Amacı; yarışmada 2. olana vâdedilen papuç ödülünü kazanıp kız kardeşi Zehra’yı sevindirmek ve bu zor durumdan onu kurtarmaktır. Aslında amacı hiç de birinci olmak değildir. Onu aklına bile getirmez. Kovalamak biraz da hız içerir. Bu, Passat, BMW ya da Audi marka bir otomobille 200’ü geçmek gibi bir şeydir. Eğer benim gibi Clio’yla gidiyorsanız burada birisini kovalamıyor, bir şeylerin peşinden gidiyor ya da bilakis kaçıyorsunuzdur. Hafta sonları insanlar daha da çok kaçarlar. Yoğun bir haftanın ardından yoğunsuzluğa kaçıyorsunuzdur mesela. Kısacası hız, kaçmak kelimesinden ziyade kovalamak düşüncesini salık verir insana. Hayat da bazen çok hızlı akmıyor mu? Özellikle 45-50 yaşından sonra daha da hızlı aktığını tecrübe edilmiş söylemlerden duyarsınız. Mutlu bir an çabucak geçiverir de, yeniden hayatın kovalamacasına geri dönersiniz. Dünyamız da döne döne, acaba diğer gezegenlerle karşılaştırıldığında bir yerlere kaçıyor mudur ya da bir şeyleri kovalıyor mudur onu tespit etmemiz zor. Lakin dünyanın içindekiler için dünya hayatının bir oyun, aldatmaca ve kovalamaca olduğunda hemfikiriz diye düşünüyorum. Ölümü ense kökümüzde hissettiğimizden mi bilinmez, o son ândan kaçamayacağımızı bile bile hayatta, ya bir şeyleri kovalar ya da bir şeylerden hep kaçarız. Sonuçta bizi arayan şeyden kaçsak da kurtulamayız. Belki de ölüm kaçandır. Biz, o kaçıyor diye onu kovalıyoruzdur. “Kaçan kovalanır” diye de bir tabir vardır hayatta. Sonuçta kaçan da gözyaşı döker, kovalayan da. “Ağlarken gülebilmek” gibi “Kaçarken kovalamak” da mümkündür belki de! “Usta, neden suskunsun bu hususta?” dedi, genç olan. Cevap şu oldu: “Bazen kalp konuşmalı, değil mi? İster kaçsın, ister kovalasın! Sonuçta kâinat dinlesin yeter! Satılmış Ümit ÇETİNKAYA Öğretmen-Yazar 30 Ekim 2022 Ağlı/Kastamonu