Yaşama çabası içinde olduğunuz kenti hiç sorgulamak aklınızdan geçti mi? Sakın soluk alıp verdiğimize göre neden buna gerek duyalım demeyin. Mesela bir günde hayatınızda meydana gelen değişiklikleri gözden geçirin. Bir önceki günle bunları mukayese edin. Değişiklik hissedebiliyor musunuz? Hayatı bu durumda nasıl anlatırsınız? Olup bitenleri nasıl karşılıyorsunuz? O zaman ne yapmanız gerekiyor? Konuşmamayı mı tercih ediyorsunuz.? Oysa bizim istediğimiz bu değil. İçinde bulunduğumuz ortamı durağanlıktan kurtarmak… Hayata dinamizm kazandırmak. Daha doğrusu var olan ortamı güzelleştirmek. Evet… Yaşamak istiyorsak bir şeyler yapmak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Küreselleşme ile birlikte ne yazık ki yaşama tekdüzelik hakim oldu. Hayatı sanallaştıran objeler çoğaldı. Dijital bir yaşam/endüstri etrafımızı sardı… Bunun nedeni gerçeklerin insanları ürkütücü bir hal almasından başka bir şey değil. Sanki yaşamın anlamında git gide bir daralma kendini hissettiriyor. Öyle değil mi?... Şimdi hayatı ciddiye alıp bir yazı yazsak… Bu ciddiyet birilerini üzecek. O birileri size kızacak… Ve durduk yerde düşman kazanacaksınız. İyi ama hayat buna değer mi? Evet dünyada her şey çok güzel.. Bütün çirkinlikler bile güzel. Bakın anlamını yitirmiş olan bu güzellikler içinde neler var…! Adam devletin malını yemiş… Yesin…! Adam tüyü bitmemiş yetimin malını cebine indirmiş İndirsin…! İmar planında değişiklikler yapılarak yeni kazançlar elde etmiş. Etsin…! Kenti kendi çakarları için katletmiş. Katletsin. Her yeri beton bina dikmiş. Diksin… Kentte keyif bırakmamış. Bırakmasın… Niye bunlara kızarız ki… Etik/ahlaki olmadığı için. İşte kendimizi bu noktada sorgulamamız gerekmiyor mu. Her şey sineye çekiliyor… Bir suskunluktur gidiyor. Herkes film seyreder gibi seyrediuyor. E o zaman bana ne oluyor? Herkes kabulleniyorsa bana ne yapmak düşüyor. Ben neyim? Ölü bir kentin kaderine küsmüş vatandaşı mı?