Sürekli Karabük’e bakıyoruz… Dün bir kez daha baktık… Burası kent olur mu diye… Olumlu bir yanıt alamadık… Prestij caddesi olarak adlandırılan Hürriyet caddesinde hayat zikzak çiziyor. İnsanlar bir yerlere doğru koşarcasına yürüyor ama nafile… Birbirlerinin önünü kesmekten başka yaptıkları bir şey yok… Çünkü yatay ve dikey yürüyüşleri aynı zamanda yapıyorlar. Cadde ben bu yükü kaldıramıyorum diyor.. Bütün bunlara karşın Fevzi Fırat caddesi daha sakin… Kenarlara park eden otomobiller biz buradayız diyorlar. Ancak görüntüleri manzara bozmaktan başka bir işe yaramıyor. Yaya kaldırımından gelen tuğla renkli taşların sesleri müzik tadında olmasa da o bildik seslerini çıkarıyor. Özgürlüklerini ilan etmişlercesine… Taşın yerinden çıkması ne demek biliyor musunuz diyorlar. Taşın altına elini sokmayan nereden bilsin… Adnan Menderes Bulvarını ise hiç sormayın gitsin. Üçüncü belediye binasını misafir etmenin hem sevincini hem de üzüntüsünü yaşıyor. Bu kadar yükü kaldırabilir miyim diye kara kara düşünüyor. Bu düşünme tarzının kime bir zararı olur. Kentin adı zaten Kara-bük değil mi? Karabük’te “kara kara “ düşünmek… Bu “kara”dan kurtulmak pek mümkün görünmüyor. O zaman ne demek gerekir. Kader deyip geleceğe sarılmak. Hem de arkada olup bitenlere bakmadan. İşte size bir çıkış kapısı… Başka türlüsü kafa bozar. İnsanı bunaltır. O zaman kenti bu hale sokanlara kızmanız gerekir. Bence Karabük’e bakıp ona buna kızmanın hiç gereği yok. Günaha girmekten başka… Ne gereği var. Olup biteni kabul edelim. Şikayet etmeyi de bırakalım. Tansiyonumuzu yükseltmeyelim. Sağlığımıza dikkat edelim. Böyle gelmiş böyle gider diyelim. İstenen de bu değil mi zaten. Yorma kafanı… Adam ne diyor: “Takıl bana yaşa hayatını” Biz de öyle yapalım…