KÖPRÜLÜ LAKABI HAKKINDA…

KÖPRÜLÜ LAKABI HAKKINDA…

Yayın: 09.04.2016 09:25
Paylaş:
A+ A-

Bu sıraları nedense yerel gazeteleri okumaya merak saldım.
Ancak herkesin benim gibi şanslı olduğunu zannetmiyorum.
O halde ben de şansımı yerel gazetelerden yana kullanayım.
Ancak bir şikayetim var….!
İnşallah dikkate alınır.
Gazetelerdeki haberler çok birbirine benziyor.
Hani ne derler…
Tıpkısının aynısı…
Hele iç sayfalarda Karabük’le ilgili haberleri hiç yer almıyor.
İnanın bu beni çok üzüyor.
Hani diyorum gazeteci arkadaşlar merkezden çevreye doğru hareket etseler nasıl olur?
Ben çok iyi olur diyorum….
Çünkü hep merkezde kalınca hata yapma şansı da artıyor…
Ne gibi mi?
Bakın çok değerli,muhterem Belediye Başkanımız Sayın Rafet Vergili’ye “Köprülü” lakabı yanında bir de Paşa ünvanını takmışsınız.
Kendiside çok nazik davranarak halkım ne derse doğrudur demiş ve gülmüş…
Acaba tarihin derinliklerinde 30 Ekim 1661 kendisini yitirdiğimiz Köprülü Mehmet Paşa sülalesine ait bu benzetmeyi işitseydi (Allah rahmet eylesin) ne derdi?
Hemen şimdi söyleyeyim şaşırırdı….
Hem de çok şaşırırdı…
Neden mi?
Avlonyalı (Arnavutluk) kökenli Mehmet Paşa bu lakabı nasıl almış ona bakmak lazım….
Herhalde gazeteci arkadaşlar Mehmet Paşa’yı köprü yaptığı için böyle anıldığını zannetmişler.
Alakası yok tabi…
Kendisinin ailesi çok küçük yaşlarda Kızılırmak’ın suladığı verimli topraklara sahip Köprü köyüne yerleşmişler…
A.De Lamartine ait bu saptama birçok tarih kitabında yer almaz.
Çok küçük yaşlarda devşirme olarak Osmanlı sarayına intisap ettiğini yazarlar.!
A.De Lamartine göre Köprü köyünde üretilen ürünleri , Mehmet Paşa ,Karadeniz üzerinden İstanbul’a pazarlar…
Kendisi saray yamaklarının dikkatini çeker Osmanlı mutfağında 1623 yılından itibaren aşçı yamağı olarak görev yapmaya başlar….
IV.Murad,Sultan İbrahim ve IV.Mehmet zamanlarında bürokrasinin çeşitli kademelerinde inişli çıkışlı bir yol izler…
Sertliği ve zalimliği ile ün yapar.
Ancak dürüstlüğü ve devlet malını kendi malı gibi koruması ve asla rüşvet ve iltimasa pirim vermemesiyle nam salar…
Bazen hışma uğrar ve İstanbul dışına bir nevi sürgün diyebileceğimiz taşra çıkışları sırasında Köprü’ye gelir…
Vaktini bu topraklarda geçirmeyi yeğler…
Burada Yusuf adlı voyvodanın(vergi toplayan kişi) kızı Ayşe Hanım ile evlenir.
O nedenle kendisine Köprülü denir.
Mimar Kasım Ağa’nın himmetiyle 1656 yılında şart ileri sürerek vezir-izam olur.
Köprü köyünün adı bundan dolayı Vezirköprü biçiminde anılmaya başlar.
Kısa zamanda….
Devlete kaybetmiş olduğu otoritesini tekrar iade eder.
Siz bu yazıyı okumaya çalıştığınızda bizler Cuma akşamı Köprülü Mehmet Paşa ‘nın Safranbolu’ya sürgün edilip edilmediği meselesini,Kültür ve Turizm Vakfında tartışmış ve düşüncelerimizi açıklamış olacağız….
Ne isabet oldu değil mi?
Nereden nereye….
Köprülü Mehmet Paşa’dan Köprülü Rafet Paşa’ya…
Ne kadar benzedi bilmiyorum ama….
Son kararı elbette yapılanlara bakarak tarih verecektir…!

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Slow Food hareketi iyi, temiz ve adil gıda için 38 yıldır mücadele veriyor

Anadolu Ajansı
Yayın: 29.03.2024 08:48
Paylaş:
A+ A-

İSTANBUL (AA) – YETER ADA ŞEKO – Doğal kaynakları korumayı ve temiz gıda üretimini desteklemeyi hedefleyen küresel Slow Food (Yavaş Gıda) hareketinin başkanı Edward Mukiibi iklim krizi ve israfın, gıda konusunda en fazla karşılaştıkları iki büyük sorun olduğunu söyledi.

Dünyanın en büyük gıda hareketlerinden biri olarak kabul edilen Slow Food, “iyi, temiz ve adil gıda” sloganıyla dünya üzerinde 160 ülkede faaliyetler ve farkındalık kampanyaları düzenliyor.

Hareketin çalışmaları hakkında AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Mukiibi, Slow Food'un 1986'da İtalya'da doğduğunu ve 38 yıldır devam eden serüvenlerinde dünyanın her köşesinden çok sayıda insana ulaştıklarını kaydetti.

Su başta olmak üzere doğal kaynakların ve biyoçeşitliliğin korunması hedefini faaliyetlerinin merkezine aldıklarını belirten Mukiibi, daha iyi bir dünya için çalıştıklarını ve bunu da çevreye ve insana zararı olmayan gıdaların üretimini teşvik ederek, aynı zamanda sorumlu tüketim ve sorumlu üretim bilincini aşılamaya çalışarak gerçekleştirdiklerini ifade etti.

Slow Food ağı içerisinde çiftçilerden şeflere, öğrencilerden aktivistlere, devletlerden uluslararası organizasyonlara kadar gıda konusunda harekete geçmek isteyen milyonlarca kişiyle çok sayıda kurum ve kuruluşun yer aldığını bildiren Mukiibi, “Sadece maddi olarak destekleyen 100 binden fazla üyemiz var. Ama bu herkesin maddi olarak katkıda bulunmak zorunda olduğu anlamına gelmiyor. Aslında paranın satın alabileceğinden çok daha fazlasını yapan topluluklar var. Buna biyoçeşitliliği koruyan yerel toplulukları örnek gösterebiliriz.” dedi.

Edward Mukiibi, hareketin sadece gıda ürünlerini değil gıdanın getirdiği kültürü de korumaya çalıştığını, bu nedenle gıdanın nasıl tüketildiği, hangi tekniklerle pişirildiği ya da nasıl korunduğu üzerine de çalışmalar yürüttüklerini aktardı.

– Nuh'un Gemisi Projesi

Yok olma tehlikesi altında bulunan bitkisel ve hayvansal ürünleri çevrim içi katalogda bir araya getirdikleri “Nuh'un Gemisi” projesine değinen Mukiibi, “Bu katalogda yalnızca bilimsel veriler bulunmuyor. Kültürel, organoleptik, geleneksel bilgilerle ürünlerin hazırlanması sırasında kullanılan teknikler ve bölgeyle olan bağları da yer alıyor.” diye konuştu.

Proje kapsamında bugüne kadar dünyanın her yerinden 5 bin 300 ürünü korumaya çalıştıklarını dile getiren Mukiibi, şöyle devam etti:

“Bu projede büyük tufan yaşandığında türleri yok olmaktan kurtaran Nuh’un Gemisi'nden esinlendik. Aslında bugün de yine o büyük tufan genetik, kültürel ve geleneksel erozyonla burada. Günümüzde yerel ve geleneksel gıdalar gen aktarımı, gen korsanlığı gibi çeşitli problemle karşı karşıya. Slow Food hareketi ise gıda kültürümüzü korumaya çalışıyor.”

Proje dahilindeki türleri kendi coğrafyalarında korumaya çalıştıklarının altını çizen Mukiibi, iklim değişikliği sonucu artık beslemesi ekonomik olarak tercih edilmeyen, bu nedenle de popülasyonları giderek azalan hayvanları çeşitli teşvikler ve projelerle yeniden tercih edilebilir hale getirdiklerini, bitkiler konusunda ise özelikle yerel gruplar arasında tohum bankaları oluşturduklarını ve tohumların kullanılması için çeşitli ağlar geliştirdiklerini anlattı.

“Afrika’nın Bahçeleri” adlı bir diğer projelerinde, kıtada giderek yaygınlaşan endüstriyel gıda üretimine karşı bir alternatif oluşturmaya çalıştıklarından bahseden Mukiibi, şunları söyledi:

“Afrika’nın geleneksel gıda üretim yöntemlerini korumak istiyoruz. Bunu gerçekleştirmek için yerel toplulukları agroekolojik yöntemler çerçevesinde tarım yapmaya teşvik ediyor, konu üzerine eğitim programları düzenliyor, gruplar arasında koordinasyon kurarak bilgi aktarımı sağlıyoruz. Proje 2010 yılında Uganda, Kenya ve Tanzanya'daki birkaç bahçeyle başladı. Bugün Afrika kıtasının çeşitli yerlerinde 5 binin üzerinde bahçe oluşturulmuş durumda. Sosyal medyada her gün yeni bir katılımcının daha kendi bahçesini açtığını görüyoruz.”

– “Üretimde iklim değişikliği, tüketimde israf en büyük sorunlar”

Tüm projelerinde üretim süreçlerinde karşılaştıkları en büyük problemin iklim değişikliği olduğunu ifade eden Mukiibi, özelikle sıcak hava dalgaları, ani yağışlar sonucu yaşanan sel felaketleri gibi aşırı hava olaylarının gıda üretimini zorlaştırdığını vurguladı.

Mukiibi, “Tüm bu yaşananlar gıdaya erişimimizi, gıda güvenliğimizi ve bizim açımızdan yağmuru merkeze almış tarım sistemimizi etkileyecek. İklim kriziyle mücadelede geniş kapsamlı iklim değişikliği adaptasyon çalışmaları yürütüyoruz.” ifadelerini kullandı.

Tüketim noktasında karşılaştıkları en büyük problemin ise gıda israfı olduğu bilgisini paylaşan Mukiibi, “Küresel gıda üretiminin neredeyse yarısı tabağımıza ulaşamadan israf ediliyor. Bununla birlikte enerji, kaynak, çiftçilerin o ürünleri üretirken harcadıkları zaman da israf edilmiş olunuyor yani gıda israfı tabağımızın çok ötesinde. Çünkü bir ürün yetiştirirken çok fazla su kullanıyorsunuz, topraktan çok fazla besin maddesi alıyorsunuz. Bunların hepsi israf ediliyor. Gıdaya yapabileceğiniz en büyük saygısızlık onu israf etmek. Ayrıca gıda israfı, doğaya da bir saygısızlık.” değerlendirmesini yaptı.

Özelikle gençlerin önlerine gelen tabağın hikayesini bilmediğine ve daha çok israf ettiğine dikkati çeken Mukiibi, Slow Food olarak bu farkındalığın kazandırılması için her yıl Nisan ayını “gıda israfı ile mücadele ayı” olarak belirlediklerini sözlerine ekledi.