Crush, ezilme sendromu, ve uzun süren açlık durumlarında gelişen Refeeding sendomu, depremlerde insanların karşılaştığı sendromlardır. Sendrom; özel bir bozukluğu gösteren belirti ve bulguların tümü olarak tanımlanıyor. Refeeding sendromu; en az beş gün süren açlık durumlarından sonra, beslenmeye geçildiğinde, aşırı salgılanan insülinin kandaki fosfor, magnezyum ve potasyumu hücre içine sokmasıyla, bu değerlerin normalin altına düşmesidir. Sonuçta hayat, elektrolit dengesizliği nedeniyle tehlikeye giriyor. Tedavide; uygun serumlarla durum normalize edilip, yavaş ve aşamalı olarak beslenmeye geçilir. Crush sendromu; iş kazalarında, ev kazalarında, heyelan, çığ düşmesi, trafik kazası ve deprem gibi durumlarda meydana gelebilen bir sendrom. Vücuttaki kasların, büyük bir kısmı ezildiğinde, zedelendiğinde gerçekleşiyor. Ezilme esnasında, kas hücrelerinde parçalanan proteinlerin ve potasyumun kana karışması ile oluşuyor. Bu maddeler akciğerlere, kalbe ve böbreklere ek yük bindiriyor. Potasyumun çok yükselmesi durumunda ani kalp durmaları söz konusu. Bunun yanında kalsiyum ve fosfor da da yükselmeler görülebiliyor. Tedavide, uygun serumlar verilerek, yükselen bu değerler normale düşürülüyor. Tabi ki, ince püf noktaları olan hassas bir tedavi. Bu konuda uzman olan doktorlarla normalleşme süreci yakalanabiliyor. Hastanın serum tedavisinden önce su içmemesi gerekli, zira, fazla su kaslardan açığa çıkan potasyumun dolaşıma girip yükselmesine neden oluyor. Yüksek potasyum ise kalpte ani durmalara sebebiyet verebiliyor. Bu sendromun hafif bir şeklini yakın zamanda deneyimlemek zorunda kalmıştım. Bir ev kazası geçirdiğim için vücudumda, boyunla diz arasında kalan bölge zedelendi. Omzumda da bir çatlak oluştu. Benim de teşhisim, yumuşak doku zedelenmesiydi. Aldığım her nefesle sırt ve göğüs bölümündeki kasların acısını duyumsuyor, kıpırtısız yatıyordum. Ayağa kalkmak şöyle dursun yan bile dönmem mümkün değildi. Dakikada normal nefes sayısı 15-20 iken, benimki 25-30'u buluyor, kalbimde normalden fazla atıyordu. Hani bir deyim vardır; "Yukarı Solukta Olmak" diye, bende aynı o durumdaydım. Normal nefes ve kalp atımına kavuşmam bir haftamı aldı. Ayağa kalkıp, tuvalete gidebilmeyi iki gün sonra başarabildim. O da; adım atarak değil, ayaklarımı zeminde minik minik kaydırarak! Evet bu sendromun hafif bir şeklini yaşadım ve bunun ne demek olduğunu biliyorum. Çok zor bir şey. Enkaz altından çıkan her bir can için müthiş mutlanıyoruz. Ekranda onları seyretmek, insana, tamam işte çıktı kurtuldu duygusu yaşatıyor. Sanki her şey bitti, kurtulan için her şey normale döndü. Yada normale dönemese de, tedavi süreci ufak tefek sıkıntılarla atlatılır nasılsa düşüncesinde oluyoruz. Oysa durum çok başka. Hemen hepsini ızdıraplı bir tedavi süreci bekliyor ve bu tedaviyi alışık oldukları evlerinin rahatlığından uzak olarak gerçekleştirmek zorundalar! Üstelik çoğu da kimsesiz. Her an gözlerimiz TV' de kurtarılan canları bekliyoruz. Her biri için seviniyor, umutlarımızı canlandırıyoruz. Muhakkak ki; yaşamak, doğmuş olmak, Allah’ın en güzel lütuflarından. Doymayan nefislerin, daha çok kar edebilmek adına, eksik malzemelerle yaptıkları binalarda can vermek katledilmektir. Binanın yıkım nedeni her ne ise, bu nedenin müsebbipleri de katildir. Mimar Sinan'ın uyguladığı inşaat tekniklerini, Japonlar binalarına uyguluyorken, bizim şu anki mevcut durumda olmamızı kabullenmek, ne kadar acı bir gerçektir. Sevgilerimle, Sevgi özgürlüğün çocuğudur.