Bir kentte düşünce üreten unsurlar vardır.. Kentler bu unsurlar sayesinde vizyonunu belirler. Geleceği kucaklar. Kendi bilgi birikimini oluşturur. Kent geleneği diye oturmuş bir kültür geleceği kucaklar. Bir kentin gelişmişliği ve refah düzeyi o kentte üretilen düşüncelerin gerçekliği ve bunların uygulanabilirliği ile ölçülür… Yaşadığınız kentte olumsuzluklar yaşanıyorsa,olup bitenlere insanlar seyirci kalıyorsa daha doğrusu düşünce namına elle tutulur/somut bir şeyler konulmuyorsa o kent belirtmek gerekirse geleceğini yitirmiş demektir. Kentin kaderine yön veren dinamik güçlerin sürekli arayış içinde olması ,farklılıkları ortaya koyması gelişmenin ilk koşuludur. Bu koşul tarihin süreklilik kazanmasına da olanak sağlar… Hep benim dediğim olsan denilen bir ortamda tarih kendini yeniden üreterek geleceğin oluşumuna katkı yapamaz. Üretimsizlik tarihin yeniden inşasına izin vermez. Bir kentte farklılıkları önemsemek o mekanı renkli kılar. Demokrasi bu çeşitlilikle güç kazanır. “Ben yaptım oldulara “ geçit vermez. O nedenle bir kentteki sivil toplum oluşumu ve siyasi partileri temsil eden kişilerin sorumlulukları çok büyüktür. Demokratik olan bu kuruluşların bir kentte yapılan işleri takip etmesini istememiz en doğal hakkımızdır. Sivil kitle örgütleri ve muhalefetteki siyasi parti temsilcilerinin bu anlamda olayın içinde olmaması büyük bir eksiklik oluşturmaktadır. Halk böyle bir ortamda sahipsizlik duygusuna kapılmaktadır. Bence bir kentte , iktidarların topluma verdikleri sözlerin arkasında durmamalarında cılız demokratik yapılanmaların büyük bir rolü vardır. Eğer öyle olmasaydı iktidar sahipleri yapmadıkları ve gerçekleştirmedikleri işlerle ilgili olarak yeniden halkın önüne çıkma cesaretini gösteremezlerdi…! Bu görüntü Türk demokrasisinin kalitesini zayıflatmaktadır. Halkın gerçekleştirilmeyen aynı vaatlerle defalarca kandırılmasının sebebi budur. Popülist yaklaşımların siyasette malzeme olarak kullanılması halk avcılığından başka bir şey değildir. Oy almada kolaycılığa kaçılması… Bilinen o meşhur vaatler. Yapılmayan işler. Sonra hepimize geçmiş olsun. Bu olumsuzluklardan kurtulmak için ne yapmak gerekir? Sivil toplum kuruluşlarının kentin sorunlarına olan duyarlılıklarını artırmak… Ondan sonrası ise etkin demokratik usul olan muhalefet mekanizmasını kurallarına göre harekete geçirmek. Yaşadığımız kentte ,sorunlara karşı duyarsız hareket etmek, gerçek anlamda “var olmayı” tartışmalı bir hale getirmektedir. Böyle bir tavır; yaşam kalitesi ve refaha büyük bir darbe vurmaktadır. Yöneticilerde sorumsuzluk duygusunu güçlendirmektedir. Kentin yaşanabilir olma özelliğini sekteye uğratmaktadır. Kentler ancak bizimle vardır. Bizim düşüncelerimizle ve eylemlerimizle tarih yazarlar. Bizim ilgimizle hayat bulur ve yaşam geleneklerini oluştururlar. Bunları göz önünde bulundurmamak ,kentleri hafife almak demektir. Şunu bilesiniz ki… Kentler asla bu hafifliği kaldıramaz!