Toplum olarak bu duruma nasıl geldik.? Nasıl oldu da her şey birdenbire bozuldu. İnsandan başlayarak… Toprak… Su… Hava Kirlenmedik bir şey kalmadı. Kapitalizmin küreselleşmesi ulusal değil yerel muhataplar bulmaya çalışması her şeyi yerinden oynattı. Onlara yeni anlamlar yükledi. Kendisine rakip olarak gördüğü milli/ulusal değerleri bir bir yok etmeye başladı. Oluşturduğu yeni dünya düzenine kendi anahtar deliğinden bakmaya başladı. Bakmakla yetinmeyip… Elindeki kilitle açmadık kapı bırakmadı. Siyaset… Toplum… Ekonomi… Dahası… Ahlak… Maneviyat… Su çürüyor. Tuz kokuyor. Buz yanıyor. Bunun sonucunda… Sevgi /saygı ve hoş görü,uzlaşı gibi kavramlar giderek önemini kaybediyor. Düşünün bir kere…! Toplum her bakımdan erozyonda. Muzdariplik had safhada… Almış başını gidiyor dersek yeridir. Nemelazımcılık Vurdumduymazlık… Adına ne koyarsanız koyun. Durum tehlike sınırında. Şimdi size buradan bir soru yöneltiyorum.: Yaşadığımız “çağın” sizce sırrı nedir? Ben söyleyeyim. Sürekli tüketmeye alıştırılmış yığın kültürüdür. Söylemek gerekirse… Tüketimin durması bu çağda tarihin sonu demektir. Bu da küresel kapitalizmin açamaza girmesi demektir. Gerçekten bu gelişmeye sonun sonu şeklinde bir yorum yapılabilir. Böyle bir şey mümkün müdür.? Elbette değildir…. Bu iş gittiği yere kadar gider. Çünkü kazanma hırsı önlenemez bir duygudur. Öyle olunca da insan merkezli yaşam yerini sürekli tüketen bir toplum modeline bırakmak zorunda kalacaktır. Günümüzde yaşanan çapraşıklaşmanın nedeni budur. İnsanların tüketmesi savaş çılgınlığını bu yüzyılda tetikleyen en önemli faktör olacaktır. Böyle olunca insanların aradığı mutluluk ütopyalara konu olmaya devam edecektir.