Slogan üretmekte üzerimize yok. İşte kanıtları… “Büyük Karabük ülküsü… Karabük Sevdası Cumhuriyet Kenti Karabük. Çelik ve Demirin Başkenti Karabük. Ağır Sanayi Kenti Karabük… Dumanlı kentin puslu çocukları. Emekliler kenti… Üniversite kenti.” Vb Karabük sloganların içinde kaybolmuş. Bunlardan hangisi Karabük,hangisi değil… Çık çıkabilirsen işin içinden. Çok seslilik güzel de bu kadar olmaz. İşte tek gerçek:”Slogan kenti Karabük”. Bu durum karşısında Karabük ile ilgili tek gerçek nedir diye bir soru yöneltirseniz onu da sizlerle paylaşalım: Karabük eskiden bir emek kenti idi. Şimdi ise emekliler kenti oldu. Emekli maaşı ekonomiyi yönlendiriyor. Onlar ne kadar alış veriş yaparsa esnafın yüzü de o oranda gülüyor. Her zaman şunu söylerim: Tarihi yapan güç iktisattır. Bugün gittiğiniz bir yerde çok gelişmiş bir kent görürseniz bunun arkasında mutlaka iktisat /iktisadi durumun ortaya çıkardığı güçlü yapı vardır. Karabük’e gelince… Ekonomisi felç olmuş… Emeği ile çalışanların zor geçindiği ve hayat bulduğu kent durumunda. Tabi buna son zamanların popüler iş sahası olan inşaat işlerini katmıyorum. Neden? Çünkü ekonomiye kattıkları bir değer yok. Kardemir ve Karabük Üniversitesi öğrenci getirileri realitesi de olmasa bu kentin hali harap. Hem de nice harap. Üretkenlik dumura uğramış. Oysa bu kentin kuruluş gerçeğinde üretim var. Devletçilik temeli üzerine şekillenmiş bir ekonomik yapı. 1980’lerde 24 Ocak kararları ile biçim değiştiren serbest Pazar ekonomisine ayak uydurmada müşkülatla karşılaşmış. Kente özgü bir burjuva sınıfının olmaması çekilen sıkıntının esas nedeni olmuş. O sıkıntıyı Karabük hala hazırda yine çekmektedir. Şimdi ne olacak.? Bir slogan belirleyin bakıyım. Zorlanıyorsunuz değil mi? Zorlandığınız durum işte bizim gerçeğimiz. Teşvik/meşvik… Bir kalemde geçiniz. Kurtuluşu kendi içimizden çıkartmak zorundayız. Bir uyanış/bir meşale misali… Çok zaman kaybettik der dediğinizi buradan duyar gibi oluyorum. Ufukta ne var…?! Eskipazar ya da İsmet Paşa serbest endüstri bölgesi söylemi… Ya da sloganı… Ne yapalım… Yarım asırda onu tartışırız. Tabi ömrümüz yeterse…!