77 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı. Hakkın rahmetine kavuştu. Her beşer gibi ölümü tattı. Mekanı cennet olsun. O’nun ölümü sadece bizde değil birçok ülkede üzüntü ile karşılandı. Bunun nedeni kendisinin bütün mazlum ulusların yol göstericisi olmasıydı. Ölümünün evrensel bir üzüntüye neden olması bundandır. Bugün gelinen noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün tartışıldığını hatta eleştirilere konu yapıldığına tanıklık etmekteyiz. Atatürk tartışılabilir mi? O bir tabu olmadığına göre tartışılabilir tabi… Neden olmasın. Ama biz onu tartışma konusu yaparken neleri ölçü alıyoruz? Hangi açılardan Atatürk’e bakıyoruz. Bu çok önemli bir husus… Atatürk bugün bazılarına göre diktatördür. Bazılarına göre tek adamdır. Ülkenin tek hakimidir ve söz sahibi kişisidir. Bu gibi yorumlar tarihi gerçeklikten uzaktır. Bugünün bakış açısıyla yapılan değerlendirmelerdir. Atatürk’ü değerlendirdiğimiz bu ortamda dünyada sadece beş ülkede halkı temsil eden meclisler açıktı. O nedenle Atatürk dönemine haksızlık yapmayalım. Öncelikle şu iyi bilinmelidir ki… Demokrasi bir ülkeye zembille inmez. Tarihsel süreç içinde sınıfların gelişimi ve isteklerine göre şekillenir. Zaman içinde bir gelenek oluşturur ve sistemleşir. Avrupa’da daha Osmanlı Devleti kurulmadan demokratik gelişmeler söz konusudur. İngiltere’de 1215 tarihli Magna Charta(Büyük Şart) demokrasi adına büyük hamledir. Bizde bunun karşılıkları ;uygulanma başarısı gösterememiş olan Sened-i İttifak adlı belge (1808) ile 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’dır. Bunlara 1876 ve 1908 yıllarında ilan edilen Meşrutiyet hareketlerini eklemek gerekir. İyi niyetli bu çabalar Osmanlı monarşisini dönüşüme uğratmış ve Cumhuriyet öncesi bir birikim oluşturmuştur. Atatürk Osmanlı Devletinden çok farklı bir devlet kurmuştur. Bu yeni devleti farklı kılan iki temel unsur vardır. Birincisi; ulus-devlet olma özelliğidir. İkincisi de hukuk kurallarının akla ve bilime dayandırılması yani laik olmadır. İnkılapların yapıldığı ortamda demokrasiye geçmek mümkün değildi. Demokrasi inkılaplara karşı olan kesimlerin örgütlenmesine olanak sağlıyordu. Bu anlamda… Takrir-i Sukun Kanunu ile birlikte belki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılması olumsuz bir durumdur ama… Bu parti olsaydı demokratik muhalefet, inkılapların,köklü değişikliklerin ve yeniliklerin yapılmasını engelleyecekti. Yeni bir devlet kurmak mümkün olmayacaktı. Yani…. Sosyolojik olarak demokrasiye geçmek mümkün değildi.! Hem demokrasi hem de inkılapların aynı anda gerçekleşmesi söz konusu olamazdı. O zaman kafamızda şöyle bir sorunun oluşmasını doğal karşılamak gerekir. Yapılanlar halka rağmen halk için mi yapılmıştır. Evet… Tamamen doğru bir saptamadır bu… Tepeden inmecilik söz konusudur. Feodal/köylü bir yapıdan,toplumdan modern bir ülke inşa etmek öyle kolay bir şey değildir. O nedenle inkılaplar zorunlu olarak halka rağmen yapılmıştır. Batı karşısında daha fazla geri kalmamak için zamandan tasarruf etme düşüncesi böyle bir tutum izlenmiştir. Bu bakış açısıyla günümüz demokrasisi mevcudiyetini Atatürk inkılaplarına borçludur. Eğer Atatürk zamanında ,inkılaplarla alt yapı oluşturulmamış olsaydı Türk demokrasisi kimliğini kazanamazdı. Şöyle demek istiyoruz… Türk demokrasisini değerlendirmek istiyorsanız Atatürk dönemine değil bugün içinde bulunduğumuz sürece bakalım. Halimizden memnun muyuz? Hayır…! Neden? Demokrasimizin muhafazakar özelliğini gördük ama… Liberalleşmesine hala tanık olamadık…! Durum bu iken… İkide bir geçmişe uzanıp… Atatürk’ü demokrasi korusunda eleştirmek de ne oluyor.? Atatürk’e bugün için yapılan haksız yorumlarda yaşanan garabette bu değil midir.?