blank
Anadolu Ajansı tarafından
06 Ekim, 2024 13:52 tarihinde yayınlandı
A+ A-

İstanbul’un Düşman İşgalinden Kurtuluş Günü Unutulmadı

İstanbul'un işgali, Osmanlı Devleti'nin de içinde bulunduğu İttifak Devletleri'nin yenilgiyi kabul edip Birinci Dünya Savaşı'ndan çekilmesiyle başladı. Bunu fırsat bilen İtilaf Devletleri donanmaları, 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'na dayanarak 13 Kasım 1918'de Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul'a girdi.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İtilaf Devletlerinin, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa önlerine donanmalarını demirleyerek işgal ettikleri İstanbul, yaklaşık 4 yıl 10 ay 23 gün süren esaretin ardından 101 yıl önce bugün özgürlüğüne kavuştu. İstanbul’un işgali, Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu İttifak Devletleri’nin yenilgiyi kabul edip Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesiyle başladı. Bunu fırsat bilen İtilaf Devletleri donanmaları, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul’a girdi. Fiilen gerçekleşen işgal, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nın işaret fişeğinin yakılmasının ardından İtilaf Devletleri’nin harekete geçmesiyle 16 Mart 1920’de resmi işgale dönüştü. Mustafa Kemal Paşa, Adana treninden inip Haydarpaşa rıhtımına ayak bastığında, düşman gemilerinin zafer bayrakları açmış şekilde toplarını sağa sola çevirerek, İstanbul Limanı’na girdiklerini, azınlıkların da sevinç çığlıklarıyla karşı sahilleri çınlattığını görünce, “Geldikleri gibi giderler!” demişti. İstanbul işgal altındayken, Kurtuluş Savaşı devam ediyordu. Türk Ordusu’nun İzmir’e girmesinden sonra Fahrettin Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusu, İtilaf Devletleri kontrolündeki tarafsız bölgeye doğru ilerlemeye başladı. Bunun üzerine müttefik kuvvetlerde bulunan Fransız ve İtalyan birlikleri geri çekildi. Çanakkale’de bulunan İngiliz birlikleri General Harington’un emriyle savunma pozisyonu aldı. İngiltere, Ankara Hükümeti ile anlaşma yolları aramaya başladı. Ankara Hükumeti, İstanbul ve Çanakkale boğazlarının denetimini istedi. İngiltere Başbakanı Lloyd George istekleri geri çevirirken, Türk birlikleri de Çanakkale Boğazı’na doğru ilerlemeye başladı. İzmir’in kurtuluşundan sonra Damat Ferit Paşa, 21 Eylül 1922’de ülkeden kaçtı. Refet Paşa, 19 Ekim’de TBMM Muhafız Grubu’ndan 100 kişilik bir kuvvetle Gülnihal Vapuru ile Mudanya’dan ayrılıp İstanbul’a geldi. Ardından “İstanbul Komutanı” sıfatıyla Selahattin Adil Paşa, 81. Alay ile İstanbul’a girdi. Refet Paşa ve Selahattin Adil Paşa’nın İstanbul’a gelmesine rağmen işgal sonlanmadı. Çünkü mütarekeye göre işgal kuvvetleri barış antlaşması imzalanmasından hemen sonra İstanbul’u boşaltacaktı. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, 23 Ağustos 1923’ten itibaren İtilaf kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladı. Son İtilaf birliği, 4 Ekim 1923’te Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen törenle Türk bayrağını selamlayarak şehri terk etti. Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu ise 6 Ekim 1923’te İstanbul’a girdi ve 4 yıl 10 ay 23 gün süren işgal resmen sonlandı. “İşgal devletleri açısından İstanbul’un işgal edilmesi, Türklerin siyasi varlığına meydan okumadır” Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasip Saygılı,  işgal döneminde yaşananlar ve İstanbul’un yeniden Türk hakimiyetine girmesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’un işgal edilmesinin çeşitli nedenleri olduğunu belirten Saygılı, bunların en başında, buranın devletin siyasi merkezi olması, daha önemlisi moral motivasyon olarak tarihi ve kültürel mirasının bulunduğu bir yer olması olduğunu kaydetti. Saygılı, kentin işgal altında tutulmasının, Türklere bu savaşta mağlup oldukları izlenimi vermek için gerçekleştirildiğini belirtti. İşgal devletlerinin, “Şark meselesi çözüldü”, “Türklerin siyasi varlığı artık eriyip yok olacak” imajı vermek için şehri cebren işgal ettiklerini dile getiren Saygılı, “İşgal devletleri açısından İstanbul’un işgal edilmesi, Türklerin siyasi varlığına meydan okuma, artık ortadan kalkacağını söyleme anlamına gelir. Bunun için önce fiilen işgal edilmiş, daha sonra da resmen bir buçuk yıl sonra tekrar resmi olarak işgal edilmiştir.” diye konuştu. İstanbul’un işgalinin Türklerin zihninde derin bir travma yarattığını vurgulayan Saygılı, bir kısım gayrimüslim vatandaşların da işgalcilerle iş birliği yapması sonucunda, ağır hakaret ve örselenmelere maruz kalındığını anlattı. Saygılı, İstanbul’un işgal günlerinin Türk tarihinin acı bir safhası olduğunu belirterek, şöyle konuştu: “Ancak şunu da söyleyelim. İstanbul’daki işgal güçlerinin Müslüman Türk halkına karşı göstermiş olduğu kaba muamele, Türk askerine tramvayda, vapurda, şehrin çeşitli bölgelerinde hakaret etmeleri, diğer taraftan da Anadolu’da başlamış olan Milli Mücadele’nin devamı için bir motivasyon sağlamıştır. Denebilir ki, tarih tabii ki spekülasyona müsait bir alan değil. İşgal güçleri nezahetle davranabilselerdi, bu ne kadar mümkün olabilir? Yani Türklerin milli varlığına, manevi değerlerine, şereflerine yönelik daha ölçülü davranmış olsalardı, Milli Mücadele’nin süratle, enerjik bir şekilde kendini ortaya koyması daha yavaş olabilirdi. O dönemin asker anılarına baktığımızda, İstanbul’da ve yurdun diğer kesimlerinde de aynı şekilde, işgal güçlerinin Türk varlığını, Türklerin izzetini hedefleyen tahkirlerinin milli hareketi kışkırttığı konusunda hemfikir olduklarını söyleyebiliriz.” – “Ordumuzun başındaki komutanlar Ayasofya’ya giderek bu mutlu günün sevincini, şükrünü ifade etmişlerdir” Prof. Dr. Saygılı, Türk Milli Hareketi’nin lideri olan Mustafa Kemal Paşa’nın, İstanbul’un işgalinden hemen sonra, görevde olduğu birlik dağıtıldığı için İstanbul’a döndüğünü, 6 ay boyunca İstanbul’da yapılabilecekler konusunda müzakere ve incelemelerde bulunduğunu aktardı. Mustafa Kemal Paşa’nın politik olarak müzakerelerle, siyaset yoluyla herhangi bir şeyin yapılma imkanını görmediğine işaret eden Saygılı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da olacak şekilde sahada görevlendirilmesine yönelik girişimlerde bulunmuş ve bundan sonuç almıştır. Bu işgalin asla kabul edilemeyecek olduğunu açık ve net bir şekilde her vesileyle söylemiştir. Yani 16 Mart’ta İstanbul işgal edildiğinde Mustafa Kemal Paşa’nın İslam alemine beyannamesi var. Bu beyannamede Türk varlığının, Müslümanlığın sembollerinin ayaklar altına alındığını, İngilizlerin milli varlığımızı, dini hissiyatımızı mahvetmek hedefli olduğunu İslam alemine beyanda buyurulmuştur. Bugün dahi okunduğunda insana heyecan veren, duygusal bakımdan çok önemli ifadelerin dile getirildiği bir metindir. Ha keza meclis açılır açılmaz da yine İslam alemine bir başka beyannamesi var. Bu da İstanbul’un işgalinin Mustafa Kemal açısından, Milli Hareket açısından asla hoş görülmeyecek, kabul edilmeyecek, taviz verilmeyecek bir konu olduğunun alametleridir.” İşgalin sona ermesinin, Anadolu’da sahada işgal güçlerinin hesabına çalışan Yunan ordularının mağlup edilmesi sonucunda mümkün olduğunun altını çizen Saygılı, bunun Büyük Taarruz’dan bir yıl sonra olmasının nedenin ise Lozan müzakerelerinin devam etmesi olduğunu söyledi. Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra işgal güçlerinin İstanbul’dan tahliye edildiğini anlatan Saygılı, “Ordularımız İstanbul’a büyük sevinç kutlamalarıyla, heyecanla girmişlerdir. Ordumuzun başındaki subaylar, komutanlar Ayasofya Camisi’ne giderek bu mutlu günün sevincini, şükrünü ifade etmişlerdir.” şeklinde konuştu. Prof. Dr. Saygılı, İstanbul’un fethinin çok önemli bir olay olduğunu, ancak 20. Yüzyıl açısından bakıldığında şehrin işgal güçlerinden temizlenerek Türk hakimiyetine girmesinin hafife alınmaması gerektiğini vurgulayarak, sözlerini şöyle tamamladı: “Düşman zaten çekilip gitmişti, Yunanlılar zaten çekilecekti.’ gibi sözler ölçüsüzdür. Bunları dediğiniz zaman şehitlere, vücut azalarını kaybeden gazilere, fedakarlık yapan insanlara hakaret etmiş oluruz. İstanbul’un kurtarılması da büyük bir fedakarlık sonucudur. Siyasi varlığımızın uluslararası alanda tescil edilmesi İstanbul’u tekrar Türk yurdu yapmıştır.”
Bizi sosyal medyadan takip edin
blank
Şafak Zeki Akca tarafından
13 Mayıs, 2025 00:53 tarihinde yayınlandı
A+ A-

KÖY NEYİME DEMEYİN!

SON İSTANBUL DEPREMİ VATANDAŞLARI KÖYLERİNE GİTMEYE ZORLADI.

Dedelerimizin., büyük büyük Dedelerimizin kavimler halinde yaşamış oldukları kırsal yaşam alanlarına KÖY denir.

60’LI VE 70’Lİ kuşaklar köyün ne kadar değerli olduklarını iyi bilir.

Daha sonraki kuşaklar ise Köyü gereksiz bir yer olarak görürler.

Ama şunu bilmezler ki gün gelir o ata toprakları çok değerli olur.

Bu son deprem bize bunu gösterdi.

Ve onun içindir ki köyler artık eski değerlerini kazanmaya başlamış gözüküyor.

*

Köyün en güzel yeri  neresidir? diye söylesem HARMAN dır dersiniz.

Çocukluğumuz da çok giderdik ata topraklarımıza,

Dört gözle hasretle beklerdik hafta sonu köye gidebilmek için...

Güz zamanı Harman da öküzlerle atlarla tüven sürülürdü bizlerde tüvenlerin üstüne oturur buydağın samandan ayrılmasını seyrederdik.

NE GÜZELDİ O GÜNLER..

ANLATIMAZ YAŞANIR DERLER YA...

*

Geçtiğimiz bayram köyleri biraz dolaştım kendi köyüme de gittim.

En çok dikkatimi çeken köyler de ve köyümüz de o eski ahşap evlerden o kerpiç evlerden artık eser yoktu.

Yeni yeni binalar yapılmış her taraf olmuş betonarme

Köyler köylük ’ten çıkmış yani

Şehirlerde yaşayanlar biraz parası olanlar o eski evleri yıkıp yerlerine beton evler kondurmuş o köyün estetiğinde, güzelliğinden eser yoktu sadece bizim köy için değil diğer köylerde de durum farklı değil.

O eski köyümüzden artık eser kalmamıştı.

*

Şimdiki köyler de;

O ahır kokulu evler var mı? YOK...

Bahçe ve Bostan işleri var mı? YOK...

Her evin altında inekler, keçiler, atlar eşekler var mı? YOK…

Tarlada ekin ekmek var mı? YOK...

Köy Taş Fırınlarında Çörek ve Göbü yapmak var mı? YOK

KÖY odaların da ihtiyarların toplanıp eğlenceler yapılması var mı? YOK

Köyde öküzlerle kağnı arabaları ile saman taşımak var mı?  YOK...

Horoz ve tavuk beslemek var mı? YOK...

Hatta tavuk yüzünden komşu kavgaları bile YOK...

DAHA NELER? NELER?

Biz bu değerlerimizi kaybettik.

NE OLACAK ŞİMDİ?

Yeni yetişen nesil köy yaşantısını bilmiyor.

Eski nesiller de yaşlandı artık.

Bu genç nesillere kim öğretecek bu yaşantıyı

*

Şu anki neslin yaptığı tek şey var

Eski ahşap evleri yıkmak!..

Köye gelen manav arabasından ekmek almak,

sebze ve meyve almak bunlarla beslenmek.

Tereyağını, yumurtasını sütünü etini şehre inince marketten almak.

BEN KÖYDE YAŞIYORUM MU DİYECEĞİM?

Devletimizin ve büyüklerimizin bu konuya el atması gerekir.

Köye yerleşecek misin ilk önce AHŞAP EV YAPACAKSIN

Devlet bu konuda üzerine düşen Ağaç desteğini vermesi gerekir

Ahşap ev yapanlara şart getireceksin ki Tarım ve hayvancılık yapacaksın diye

O evin mutlaka bir ineği olacak, bahçesinde tavukları olacak,

Bahçe ve bostan işlerini mutlaka yapacak

Ekip biçeceği tarlası olacak

Buna benzer konularda devlet desteği olursa o köy yaşantılarımız tekrar geriye gelir.

Yoksa ne ekonomi düzelir, ne köyler düzelir nede şehirler düzelir!..

Bu şekilde devam ederse hayat yaşanmaz hale gelir herhalde…

Ne dersiniz? Yorum sizlerin…

Kalın sağlıcakla….

Bizi sosyal medyadan takip edin

Yorum Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.